Paylaş
Öyle de olmasa, devleti yöneten bu iki isimden Şırnak Uludere’de uçakların bombalaması yüzünden ölen 35 vatandaşımızla ilgili bir söz duyamayacaktık.
35 vatandaşının ölümüyle ilgili özel bir açıklama yapmak yerine ayaküstü konuşmalarını eleştirebilirsiniz belki ama ben ‘Buna da şükür’ deme yanlısıydım.
Taa ki Başbakan Erdoğan’ın sözlerini duyana kadar.
Keşke Başbakan önce başsağlığı dileyerek, 35 kişinin ölmesinden duyduğu üzüntüyü beyan ederek başlasaydı konuşmasına. O zaman, önce kaybedilen insan hayatlarını düşündüğünü, geri kalan her şeyin bundan sonra geldiğini belli ederdi Başbakan.
Ama hayır öyle yapmadı Erdoğan. Onun yerine Heronların o bölgeyle neden özel olarak ilgilendiğini, askeri operasyonun gerekçelerini anlatarak başladı sözlerine. Yani ölümlere kılıf aradı.
Taa neden sonra, ‘üzüntü’lerini bildirdi, başsağlığı diledi, ‘Allah rahmet eylesin’ dedi.
Böyle günde insanlık onu gerektirir ki, önce yitip giden canlara üzülelim, sonra da hatamıza bir bahane bulmaya çalışalım.
Bunu çok önemsemeyebilirsiniz ama ben buradaki sembolizmi önemsiyorum. Kafaların nasıl çalıştığını, önceliklerin nasıl belirlendiğini gösteren şeyler bana bunlar.
Gerek Başbakan, gerekse Cumhurbaşkanı ‘olay’ın hem adli hem idari açıdan araştırılıp soruşturulduğunu söylediler.
Elbette öyle olacak, tersi düşünülemez zaten. Bu soruşturma Türkiye’de bir hukuk devletinin bulunup bulunmadığını sorgulamak için de eşsiz bir fırsat verecek bizlere.
Bakalım kusurlar örtülmeye, 35 insanın hayatına malolan bir hata çeşitli bahanelerle geçiştirilmeye çalışılacak mı çalışılmayacak mı? Aynı hatanın bir daha olmaması için PKK ile mücadele pratiğindeki devasa yanlışlar tartışılacak mı tartışılmayacak mı? Bu yanlışların düzeltilmesi yoluna gidilecek mi gidilmeyecek mi?
Bakalım Türkiye Büyük Millet Meclisi meseleyi bir Meclis Araştırması veya Soruşturması ile kovalayacak mı? PKK ile mücadele taktikleri masaya yatırılacak mı? Ortak akıl aranacak mı?
Biraz sonra yazacağım, bana göre Uludere’de 35 cana mal olan hata, öyle münferit, tek seferlik bir hata değil, sistemik bir hata, PKK ile mücadelenin biçimine bakıştan, hatta Kürtlere yönelik hakim bakıştan kaynaklanan içselleşmiş bir hata.
Bakalım hukuk devleti, devletin kendisiyle nasıl hesaplaşacak, bu 35 canın hesabını nasıl soracak?
Mücadeleyi ölüleri saymaya indirgeyince...
BİR zamanların feci klişesi şuydu: ‘25 terörist etkisiz hale getirildi.’
Yani, öldürüldü.
Eskiden gazeteler buna ‘Ölü ele geçirildi’ derdi. Neden sonra gazetede ‘Öldürüldü’ demeye başladığımızda ciddi bir milliyetçi tepkiyle karşılaşmıştık.
Neden bizim terörle mücadelemiz öldürmeye, ölü ele geçirmeye, etkisiz hale getirmeye odaklıdır?
Dikkatlerden kaçıyor, son 40-45 gündür ‘etkisiz hale getirilen terörist’ sayısı 200’ün üzerinde.
Aslında Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde başından beri bakış açısı bu. Ölü sayıyoruz. Çok öldürmek sanki çok başarılı olmanın bir ölçütü gibi.
Uludere’de yaşanan feci olayın, katliam boyutundaki olayın arkasını deştiğinizde bu mantığı orada da buluyorsunuz.
İnsansız hava araçları bir kalabalık insan grubu saptıyor bilmem kaç metre yüksekten. Bir süre o grup izleniyor. Sonra iki tane F-16 havalanıyor, gece görüş ve gece hedef işaretleyip imha etme kapasitesine sahip uçaklar bunlar. Yukarıdan bomba yağıyor, 35 ölü, bir yaralı.
Teslim almaya, grubu yakalayıp adalete teslim etmeye yönelik en ufak bir girişim yok. Daha F 16’lar havalandığında oradaki 35 çocuğun kaderi belirleniyor zaten.
Ölenler PKK’lı bir grup olsa bugün bu konuşulanların binde biri bile konuşulmayacak. Genelkurmay’ın bir açıklamasındaki ‘35 teröristin daha etkisiz hale getirildiği değerlendirilmektedir’ istatistiğine indirgenecek giden canlar.
PKK ile mücadelenin meşru olması tartışılan bir konu değil. Ancak tek başına bu meşruiyet yetmez: Mücadelede kullanılan yöntemlerin de hem meşru hem de akıllı olması gerekir.
Prensip olarak öldürmeye, imha etmeye yönelik bir mücadele taktiği, belki örgüt üzerinde moral bozucu olması bakımından etkili olabilir ama uzun dönemli baktığınızda bu taktiğin başarılı olmadığı ortada. Çünkü PKK hala dağa insan çekebiliyor.
Mümkün olduğunca öldürmemeye, mümkün olduğunca canlı ele geçirmeye veya teslim almaya dönük bir strateji sanki daha etkili ve daha başarılı olabilir. Yakalanan PKK’lıların yeniden topluma kazandırılmasıyla ilgili bir planımız olsa çok daha iyi olur.
Ama öncelik öldürme olunca, örgütten teslim olmalar nadiren gerçekleşen şeylere dönüşüyor. Sadece bu da değil. İşte Uludere’deki gibi ‘operasyon kaza’ları veya ‘vahim hata’lar yapılıyor.
Öldürmeye dayalı mantığın altını çok da fazla kazımak istemiyorum. Çünkü oradan çıkacak bakış açısının ne olduğu belli. Orada taa Dersim olaylarından kalma bir ‘tenkil’ yani cezalandırma mantığı var. Kürtleri ikinci sınıf, harcanabilir görme var. Geçmişte kendi köyümüzü, ilçe merkezimizi top ateşine tuttuğumuz da oldu.
Ölüleri saymak yerine hayatta tuttuklarımızı, yeniden hayata bağlayabildiklerimizi saysak keşke...
Ölenler değil suçlu olan...
HÂLÂ bir kulp takma çabası. ‘O saatte orada ne işleri vardı’dan başlıyor, kaçakçılığın cezasının kafanıza düşen bir bombayla ölmek olduğunu söylemeyle devam ediyor, ‘Aktif operasyon bölgesinde başa gelir böyle şeyler’le taçlanıyor.
Sonra, benim bakıp toprağa verilmeyi bekleyen 35 cansız beden ve koca bir toplu mezar gördüğüm resimden ‘Bak PKK bayrakları var orda, demek onlar PKK’lı’ sonucuna bir adımda varan insanlığını siyasetle takas etmiş ruhlar peydahlanıyor.
Bir durun, sakin olun: 35 çocuk öldü. Ölmek onların suçu değildi. Bir uçurumdan aşağı atlamadı o çocuklar ölürken, kafalarına F-16’dan kocaman bombalar düştü.
Ölüme bahane bulmaktan vazgeçin. O çocukların da anne babaları var, onları da aynen sizi beni bekleyen gibi bir gelecek bekliyordu, bir hayat bekliyordu.
Birazcık insanlık. Lütfen.
Paylaş