Fransa’ya “ahlaki üstünlüğümüz” var mı?

Önceki gün Hosrof (Orhan) Dink aradı. Üç kardeşin ortancası, Hrant’ın bir küçüğü. Hürriyet gazetesinde sürmanşetten verilen açıklaması için görüşlerimi sordu. “Bir yanlış varsa, bir açıklama daha yapayım” dedi. Aramızda öylesine bir güven ilişkisi var.

Haberin Devamı

Hosrof Dink, Fransa Ulusal Meclisi’nde dün kabul edilen yasaya ilişkin, Türk kamuoyunda ve aynı zamanda devlet nezdinde büyük sempati yaratan bir açıklama yapmıştı. Açıklaması, Hrant’ın 2006 yılında aynı konuda yaptığı açıklama ile aynı doğrultudaydı.

2006’da “Ermeni soykırımını inkarı cezalandırma”yı öngören yasa tasarısı, Fransız parlamentosuna sevk edildiğinde, Hrant Dink –ki, kendisine karşı çıkması için çağrı yapanlardan biri de bendim- çok anlamlı bir tepki göstermiş ve “Gidip Paris’in ortasında, Concorde Meydanı’nda soykırım olmamıştır diye bağıracağım” diye haykırmıştı. Hrant Dink, o sırada öldürülmesine giden yolları döşeyen TCK’nın 301. Maddesi’nden yargılanmaktaydı.

Ne Hrant, ne de onunla aynı doğrultuda Fransa’daki gelişmeye karşı çıkan Hosrof Dink, soykırım olmadığı kanaatinde olan kişiler değiller. Karşı çıkışlarının nedeni de, soykırım olmamış olduğu değil.

Haberin Devamı

Bu konunun, Fransa’da bir ceza hukuku konusu olmasının, konunun asıl tartışılması gereken yer olan Türkiye’deki süreci sıkıntıya sokacağı için karşı çıktılar. Türkiye’de zaten hayli sorunlu olan “düşünce ve ifade özgürlüğü” üzerindeki olumsuz etkisini görerek karşı çıktılar.

Nitekim, dün ilk ayağı kabul edilen (uygulanabilir yasa haline gelebilmesi için daha önümüzdeki ay Senato’da da kabul edilmesi gerekiyor) yasanın Fransız Ulusal Meclisi’ne sevk edilmesiyle birlikte, Türkiye’de, tahmin edilebilecek türden, “kaba milliyetçi bir akıl tutulması” yaşanmaya başlandı. Önüne gelen, TÜSİAD ve TOBB başkanları dahil, Paris’e koşup “infialimizi”, şantaj ölçülerine de başvurarak, ortaya koymaya çalıştılar.

İfade özgürlüğüne kısıtlama

Bu büyük tepkinin nedeni, Türkiye’nin “düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması”na ilişkin duyarlılığı olsa amenna. Türkiye, henüz, bilinen “inkarcı” tutumun devamı olarak, “soykırım olmamıştır” noktasından hareket ederek, tepki veriyor. Öyle ki, Hosrof Dink’in açıklamasını da saptırıp, “dayanaksız iddialara karşı duymak istediğimiz ses” diye niteleyenler var.

Bu tavrın hiçbir etkisi olmayacağını şimdiden bilmemiz gerekiyor. Fransa’ya karşı çıkma gerekçesi, sağlam bir argümana oturtulmalı. Yüzbinlerce Ermeni’nin yaşadığı Los Angeles’te yayımlanan ve ABD’nin etkili gazetelerinden Los Angeles Times’ın önceki günkü başvurusunda vurgulandığı gibi.

Haberin Devamı

Los Angeles Times, başyazısının dikkate değer bölümleri şöyle:

“Türkiye’nin ‘soykırım’ terimine duyarlılığı yeni bir şey değil, ne de her hangi bir ülkenin o sözcüğü kullanması halinde diplomatik ilişkilerin kesileceği uyarısı. Yasa tasarısına karşı çıkmak için gerekçe bu değil. Karşı çıkmanın nedeni, ifade özgürlüğünün feci bir ihlali olacağı için.

Fransa, ifade özgürlüğüne ilişkin ABD’den daha dar bir görüşe sahip tek Avrupa ülkesi değil ama bunu tarih hakkında görüş –o görüş yanlış bile olsa- bildirilmesi üzerine suç saymak, özellikle caydırıcı bir sansürcülük anlamında korkunç bir davranıştır.”

Yazı, şu cümleyle bitiyor:

“Ermenilerin öldürülmesinin bir soykırım örneği olmadığı bir görüştür. Bununla aynı kanıda olmayabiliriz ama bu görüş cezalandırmayı değil, korunmayı gerektiriyor.”

Haberin Devamı


Fransa’nın davranışına böyle yaklaşılıyorsa sorun yok.

“Soykırım’a yaklaşım

Ne var ki, Türkiye’deki davranış tarzının kendisi sorunlu. “Soykırım yoktur” üzerinden hareket ediyor. Olduğunu söylemek, TCK 301’in kapsamı içinde mütalaa ediliyor. Bu bakımdan, Türkiye’nin, dün Fransa’nın geldiği noktadan pek farkı yok ve Fransa’ya karşı bu nedenle bir “ahlaki üstünlüğü” de bulunmuyor.

Dikkat edelim, Türkiye’de “soykırım olmadığını” söyleyenlerin hiçbir temel tezi, bunun “soykırım olmadığını” ortaya koymuyor. “Önce onlar başlattı”, “Ölenlerin sayısı 1.5 milyon değil”, “Savaş halindeki bir devlete karşı düşman safında yer aldılar” vs. gibi gerekçeler, aslına bakarsanız, “soykırımın niçin olduğunu” anlatan argümanlar; soykırımın olmadığını değil.

Haberin Devamı

1948 BM Soykırım Sözleşmesi’ni kaleme alan hukukçu Rafael Lemkin’in bu konuya ilgisi zaten 1915’ten ötürü başlamıştı. “BM Soykırım Sözleşmesi”ni öyle bir şekilde kaleme aldı ki, 1915’de olup-bitenler “soykırımın tanımı”na giriyor.

1915’te ne olduğunu anlamak için, bir takım hukuki metinlere de gerek yok, bir bakıma. Koca bir ulusal topluluğun ezici çoğunluğu, yüzyıllardır üzerinde yaşadığı topraklarda ortadan kalktıysa, bunun gerekçesi ne olursa olsun, bunun adı da, anlamı da, çağrışımı da “soykırım”dır.

1937-38 Dersim’in de bir tür “soykırım” olduğu, en azından orada bir “katliam” gerçekleştiği tartışma götürmüyorsa, 1915’te İttihat-Terakki hükümetinin sorumluluğunda gerçekleşmiş büyük bir insanlık faciasının olmamış olduğunu hangi mantık ve hangi vicdanla savunmak zorunda kalalım ki.

Haberin Devamı

Zaten Hosrof Dink, “Tarihin neyini tartışacağız belgelerle, biz sözlü ve canlı tarihi biliyoruz. Bunu öyle bir hale getirmek lazım ki bir daha hiçbir parlamento ve siyasetçi bunu politik çıkarları için kullanamasın. Türkiye’deki siyasetçiler haklı oldukları yerde çok haksız laflar söylüyorlar. ‘Ben de senin Afrika’daki dosyanı açarım’ diyor. Yahu biz varız burada. Bu topraklarda 30 biniz ama ruhlarımız, kemiklerimiz, canlarımız var. İnatla da yaşamaya çalışıyoruz burada. Bizin sizin kardeşleriniziz. Sizle yaşamak için inat eden biziz, siz değilsiniz.. Türkiye’de insanların bırakın 1915’i, biraz 2007’ye (Hrant’ın öldürüldüğü yıl) bakmasını isterim. 5 yıldır 37 yerde mahkemeye gitmişim. Bir adım ileriye gidemedik” diye konuşuyor.

Hosrof Dink’e Fransa’ya karşı ellerine koz eline geçirdiği duygusuyla sarılanlar, onun açıklamasına karşı gösterdikleri duyarlılığın yarısını Hrant Dink davasına gösterseler, bugün adalet yerine gelirdi.

1915’le yüzleşebiliyor muyuz?

Hosrof (Orhan) Dink’in şu son sözleri çok önemli: “Biz burada yaşadığımız için tedavi edildik. Bizim için problem yok. Ama dışarıda yaşayanlar 1915’e takıldılar ve orada kaldılar.”

Kastettiği açık; Türkiye’nin demokrasi mücadelesi, ülkemizdeki Ermeni vatandaşlarımızı kucaklamak ve tarihle yüzleşilmesini savunmak zorunda. Bu yapıldığı ölçüde, “tedavi” mümkün oluyor.

Dışarıdakileri “1915’e takılıp kalmaktan” kurtaracak olan ise, 1915’i yerli yerine oturtmak, inkardan vazgeçmek ve Türkiye’de ifade özgürlüğü mevzilerini arttırmak.

Bunu “iş adamlarının Paris seferleri”yle yapamayız. Fransa Parlamentosu’ndan çıkacak yasayı “kadük” haline getirecek olan yine biziz. 1915’le ve tüm yakın tarihimizle dürüstçe yüzleşerek.

Hosrof (Orhan) Dink, yine de bize cömert davranmış. Evet, Fransa’da yapılan kabul edilemez bir yanlışlık. Ama, biz, Fransa’ya bu konuda “ahlaki bir üstünlük sağlamış” halde de değiliz henüz.

Yazarın Tüm Yazıları