Taraf gazetesinde Halil Berktay’ın başlattığı ufuk açıcı tartışmadan bahsediyorum. Murat Belge, Nabi Yağcı ve ‘komünist’ Roni Margulies’in tartışması... Dostum Hadi Uluengin de Hürriyet’te güzel bir yazıyla katıldı. Ben de katılsam, bazı sosyalistler “Sana ne sosyalizmden?” derler mi acaba? İyi de kardeşim kimse size “Burjuva demokrasisinden, liberal ekonomiden sana ne” demiyor ki... Daha önemlisi, herhangi bir fikir, ona karşı olanların eleştirileri dikkate alınmadan sağlıklı bir müzakere yapılabilir mi? Murat Belge, bu tartışma için “Seyir değil katılım gerek” diye yazdı, ben de katılıyorum işte.
Esasa girmek
Evvela, Halil Berktay’ın, bütün fikirlerini, hatta kesin karşı olduğum fikirlerini bile ciddiye alıyorum, çünkü seviyeli buluyorum. Ben ‘Ömer Seyfettinci’ biriyimdir mesela, ama Ömer Seyfettin’e yönelttiği eleştirileri önemseyerek okudum. Sosyalizme yönelttiği eleştirileri elbette daha bir katılımla okuyorum. Eski devrim stratejisi kavgaları, fraksiyon savaşları falan bir kenara... Halil Berktay Marksist sosyalizmin sona erdiğini, eşitlik, özgürlük, emek gibi iyi niyet kavramlarından sosyalist bir devrim ve toplum projesinin çıkmayacağını yazdı, esasa girdi. Sadece ‘reel sosyalizm’ denilen Sovyet tecrübesinin iflasını değil, onun temelindeki felsefesinin iflas ettiğini anlattı. Berktay’a yöneltilen sosyalist tepkilere gelince. Bunların en ilgincini Roni Margulies yazdı: Marksizm-Leninizm iyi idi de, Stalin kötü idi... Stalinizm, Leninizmin ürünü değildi, “karşı devrim”di falan... Peki ama sınırsız diktatörlük fikrini ve cihazlarını ilk kim inşa etmişti? ÇEKA’yı kim kurmuştu? Kitlevi katliamları ilk kim yaptırmıştı? Lenin değil mi?! Leninizme nostaljik bir ilgiyi anlamak mümkün de siyasi görüş olarak savunmayı anlamıyorum.
Esas mesele: Piyasa
Gençlik yıllarımda sosyalizme tepkim “kızıl Moskof komünizmi”ne karşı duygusal bir tavırdı. Sonra okudum. Bilhassa Avusturyalı liberal iktisatçı Ludwig von Misses’in daha 1928’de “sosyalizmde ekonomik hesaplamanın imkansızlığını” göstermiş olmasından çok etkilenmiştim. Benim sosyalizm okuduğum 1970’lerde Sovyetler’in en büyük sıkıntısı “ekonomik hesap” yapamamaktı; Misses haklı çıkmıştı. Sovyetler’in teknokrat başbakanı Kossigin, fiyatları ayarlamak için dört yıl uğraşmış, fiyatlar tespit edildiğinde başlangıçtaki veriler eskimişti! Modern sanayi toplumunda 24 milyon çeşit ürün yapılıyor, pazarlanıyor. Her biri arasında girdi, çıktı ilişkileri var üstelik... Gel de her birinin maliyetini, satış fiyatını, yatırım tahsislerini falan merkezden hesapla! Bugün bazı sosyalistler diyor ki: “Çağımızdaki bilgisayarlar bu hesabı yapar!” Ben de diyorum ki; yapsa bile kâğıt üzerinde kalır! Ya da bir ülkede milyonlarca, dünyada milyarlarca insanın iş yaptığı ‘piyasa’da kimin nasıl davranacağını “bilgisayar hesabı”na uydurmak için korkunç derecede kanlı, kırbaçlı ve hantal bir totaliter diktatörlük gerekir ki o da iflas eder sonunda. Önerim, tartışmalarda bir de bu “Piyasanın yerine ne konulabilir?” sorusunun ele alınmasıdır. Bu sorunun cevabı yoktur! Sosyalizmin iflası asıl bundandır. Sovyetler’i “emperyalist savaş” yıkmadı, sosyalist ekonomi çökertti nitekim!