Paylaş
Brahms’ın 2. senfonisiyle başlıyor her şey.
Karşımızda bir adam.
Devlet memuru bir kontrabasçı.
Başlıyor anlatmaya.
Orkestradakilerin, elindeki değneği istediği kadar sallasın, şeflerine kulak asmadan çaldıklarını söylüyor.
Tıpkı hayat gibi…
Bizler de istediğimiz gibi yaşadığımızı sanırken gün geliyor hayat sihirli değneğini öyle bir dokunduruyor ki...
Hokus pokus…
Hadi o zaman takma bakalım hayat şefini!
Zaten hayat dedikleri, biz planlar yaparken başımıza gelenler değil midir?
Hoş, kimse kendi istediklerini yapamaz, istediğini yaşayamaz.
Çeşitli rastlantılar, hayal kırıklıkları, toplumsal, ekonomik ve beşeri şartlardır insana bugünkü halini yaşatan!
Peki nedir olay?
Hepimizin kökeni olan bu bereketli toprak, her müzikal ide’yi besleyen güçlü pınar, gerçek yaratıcı güç, her türlü duygu tomurcuklarının fışkırdığı kucak.
Yani ruhumuz.
Yani ‘içimizdeki ben’
Olay aslında içimizdeki beni dinleyebilmekte, kalbimizin peşinden gidebilmekte.
Ne olursa olsun…
Ruhumuzdaki o tınıları doğru duyup, sahnemizde rolümüzü oynarken kendi şarkımızı söyleyebilmekte.
Kimi zaman yalnızlık konçertosunu, kimi zaman mutluluk senfonisini, kimi zaman da aşk filarmonisini…
Ha şu da var.
Hangimiz dinlemek istediğini dinleyebiliyor, gönlünden geçeni sevebiliyor, bu hayatta oynayacağı rolü kendi seçiyor ki?
Hepimiz emir kulu değil miyiz aslında, yaşam sahnesinde?
İşte mesele, başkalarına ve zamana köle olmadan, kendi saltanatımızın efendisi olarak…
Hayatın gizi…
Müzik gibi…
Müzik; olanak dışı bir muamma, insanlık ve insanlık ruhuna hitap etmesinin yanı sıra metafiziktir.
Evet, metafizik…
Yani salt fiziksel varlığın üstünde ya da ötesinde bir şeydir.
Tarih, politik, yoksulluk, zenginlik ve ölümün ötesinde…
Hayat gibi, müziğin de gizi.
Goethe’nin dediği gibi…
‘Müzik o kadar yükseklerdedir ki; buna akıl erdirilmez ve gücü ile yarattığı etkinin hesabını da kimseye vermeye zorunlu değildir.’
***
İşte…
Devlet Tiyatrosu’nun, ‘Kontrabas’ı yılların oyuncusu Metin Belgin’ e zimmetlemesi boşa değil.
Bireyi, toplumu, hiyerarşiyi ve tutkuyu, Patrick Süskind’in kalemiyle çaldığı ‘Kontrabas’ı; klasik müzikten yola çıkarak çok iyi yazılmış bir metini, bu kez Metin Belgin oyunculuğuyla bize inceden ve dokunan tınılar halinde çalıyor.
Sahnede ‘Kontrabas’ çalarken, aynı zamanda içimizde çalan tınıların sesi de yankılanıyor kulaklarımızda ve ruhumuzda.
Brahms’ın ‘2. Senfonisi’ ya da Schubert’in ‘Alabalık Beşlisi’ değil tabi ki.
Ne peki?
Sonu olmayan, her gün daha da çoğalan…
Sadece yollarınıza ve yıllarınıza değil ruhunuza pusu kuran…
Notalarının; içinizde, kuytularınızda, ruhunuzda gezindiği...
Kulak verin bir.
Duyuyorsunuz değil mi?
Kalabalığın içindeki yalnızlığınızın senfonisini!
Paylaş