Paylaş
“Belge 2” dedi ve “Burada belgeyi şimdi size göstereceğim. 8 Ağustos 1939 tarihli bir belge. Jandarma Komutanlığı’ndan başvekalet yüksek makamına gönderilmiş. Dersim’e yapılan müdahalenin bilançosu veriliyor. Baskınların devam edileceği bildiriliyor. Ekte de bir cetvel var. Ölü diri teslim olanların rakamları. 1936-37-38-39’da toplam 13 bin 806 kişinin öldürüldüğü bu resmi belgede ifade ediliyor. Bakın deprem felaketinden bahsetmiyorum. Öldürülenlerden bahsediyorum” diye devam etti ve noktaladı:
“Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum.”
Dersimlilerin bir çoğu yıllardır Zazaca “Tertele Dersim” diye, Dersim’in bir ayaklanma olmadığını, bir “soykırım” olduğunu haykırıp duruyor, en azından “devletin özür dilemesini” istiyorlardı.
Tayyip Erdoğan devlet arşivlerinden verdiği rakamlarla “Tertele Dersim”i ortaya çıkarttı ve bir de özür diledi. Bu, hiçbir bahane ve gerekçeyle geçiştirilemeyecek, büyük bir olaydır.
Dersim’deki tarihimizin yüz karası, insanlık dışı, trajik olaylar bilen biliyordu ve bu konuda sonsuz da yayın vardı. Radikal de üç gündür “tarihi” bir yayın, unutulmaz bir gazetecilik sergiliyor. Ama, Türkiye’nin Başbakanı’nın olan-biteni gerçek haliyle sergilemesi ve bir de “literatürde varsa özür dilemesi” hepsinden önemlidir.
“Literatürde” şayet yoksa da, bundan böyle olmuştur!
İki adım daha
Ancak, bunun yarın üstü örtülecek ve sadece Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yönelik eleştirilerinden biri olmakla açıklanacak kuru bir devlet özür dilemesi olmaktan çıkarılması için iki adımın daha atılması şarttır:
1. Tunceli adı, Dersim katliam projesinin bir parçasıdır. Madem, Başbakan, yakın tarihimizle yüzleşmeye ilişkin Pandora’nın kapağını kaldırdı. Dersim’e ismi iade edilmeli ve zulmün ve katliamın simgesi olan Tunceli adı tarihin çöplüğüne gönderilmelidir.
2. Dersim katliamındaki rolüyle “kötü simge” olan Sabiha Gökçen adı, İstanbul’daki havaalanının önünden kaldırılmalı, havaalanına Hrant Dink’in adı verilmelidir. Hrant Dink, Sabiha Gökçen’in Ermeni bir evlatlık olduğunu ve Dersim bombardımanında kullanıldığını ortaya çıkarttığı için, kendi cinayetine giden yollar döşenmişti. Böyle bir jest ile, “devlet”, Hrant Dink cinayetinden de özür dilemek anlamında müthiş bir jest yapmış olur.
Açılan yol ve CHP’nin hali
Başbakan’ın dünkü “tarihi tavrı”nın devamı gelmek zorundadır. Zira istense de istenmese de, tarihimizin karanlık, kirli, acılı sayfaları açılacak, tarihle gereği gibi yüzleşilecektir.
Başbakan öyle bir yol açmıştır ki, 1915 Ermeni kırımından kolay kaçılamaz. Bugüne kadar ki, bildik ezber dili korunamaz. Keza, Varlık Vergisi, keza 6-7 Eylül, keza daha gerilerde yatan ve Başbakan’ın dünkü konuşmasında gönderme yapılan İstiklal Mahkemeleri.
CHP’nin aklını başına toplayıp, eğer gerçekten “yeni CHP” olmak gibi bir iddiası varsa, kendi parti tarihiyle dürüstçe yüzleşme yolunu seçmesi de şarttır. Aksi halde, Dersimli genel başkanları döneminde, Dersim, CHP’yi bitirecek.
CHP sözcüleri dün bu konuda bir kez daha döküldüler. Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, “Başbakanı tebrik ediyorum. Dili, uslubu ve açıklamasıyla memleketimizin ve milletimizin temeline dinamit koymuştur. Herkesi birbirine düşman etmeyi, birbirine düşürecek yolu açmayı başarmıştır. Sayesinde tarihimizi de öğrendik. Geriye söylenecek ne kaldı?” diye konuştu.
Laf mı bu şimdi? Yalan bir tarih yazıp öğreterek, katliamların üzerine örterek ve hatta meşrulaştırarak mı “memleketimizin ve milletimizin temeli” korunmuş oluyordu da, Başbakan’ın dünkü konuşmasıyla buna “dinamit” konulmuştur?
CHP Grup Başkanvekili Hamzaçebi ise, Dersim’den başlayarak İstiklal Mahkemeleri’ne, Şeyh Sait isyanına, Atatürk’e giden yolun açılacağını ileri sürdü ve Başbakan’a ateş püskürdü.
Ne mahzuru var? Yalan dünyasında yaşamanın sahte mutluluğunda devam mı edelim?
Çağlayangil anlatıyor
11 yıldır üç ayda bir Ankara’da yayınlanan “Munzur” dergisinin –Dersim Etnografya Dergisi- ta 2008 yılında 30. Sayısında yayınlanmış olan ve tümü Munzur arşivinde bulunan İhsan Sabri Çağlayangil ile söyleşiden bölümler sunarak, Radikal’in kampanyasına katkıda bulunayım.
“Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalar başka iş, Dersim harekatı başka iş... Benim bildiğim ve iştirak ettiğim kadarıyla Dersim, Türkiye’deki Kürtler meselesinin önemli bir parçasıydı... Bunları nasıl asimile edelim ve Cumhuriyet Kürtlere nasıl bir siyaset takip etmelidir davası güdüldü. Ben Malatya Emniyet Müdürü iken Kürt meselesine merak sardım...
Dersim’i merak ettiğimden Dersim’i gezdim 1936, 1937’de. Valiyle otomobile bindik, Elazığ’a gittik. (...) Harekat başlayalı 1-2 olmuştu. Abdullah Paşa dedi ki, bu cefereyi kıstırdım. Ekinlerini yaktım, dedi. Uçakla. Mağaralara iltica ettiler, fakat dağlık arazi, dedi...
Biz ertesi gün, iki otomobil ve bir de koruyucu manga, bir de taze ekmek çuvallara doldurulmuş, kafile halinde hareket ettik. Bir yerde yanlışlıkla ateş yedik, o badireyi atlattık... Abdullah Paşa, inmeyin arabadan, bizden evvel insinler dedi. (...) Kürtlerle yapılan anlaşma gereği, iki taraf da aşağıya silahsız inmesi lazımdır. Abdullah Paşa haber yolladı, biz üç kişi ineceğiz, yabancı değil. Biri Malatya Emniyet Müdürüdür, biri Malatya Valisidir, çekinmesinler. Karşılıkla savaş cereyan ediyor... Sonradan 15-20 kişi geldi. Kürt bunlar (...) Abdullah Paşa, meseleyi tekrar düşünmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. (...)”
Çağlayangil, söyleşinin bundan sonraki bölümünde hazır bulunduğu Seyit Rıza’nın idamını anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:
“Yanımda Macar Mustafa diye bir polis varmış, asıldıktan sonra sehpada bunun resimlerini çekmiş. Atatürk ertesi gün gelmedi, bir gün sonra geldi (...) Hadi Bey isminde bir jandarma komutanı yaveri vardı Şükrü Kaya’nın. Macar Mustafa, Şükrü Kaya’nın yaverine, ‘Astık herifleri’ diye resimlerini vermiş. O da kahvaltıda Atatürk’e göstermiş. Atatürk, fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden, dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et, dedi. Jandarmadan negatiflerini bu, dedi. Gittik, bulduk jandarmadan negatifleri imha ettik. (...)”
Çağlayangil bunları kime anlatmış biliyor musunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu’na!
Kılıçdaroğlu, bütün bunları kimseler bilmezken biliyordu. Başbakan’ın ona dün “Hadi, onurunu kurtar” diye seslenmesi boş yere değil...
Paylaş