Paylaş
Avrupa’nın en büyük gazetesi “Bild” için bir yazı dizisi hazırlıyordum.
Bunun için Almanya’nın 4 ayrı şehrini gezmem gerekiyordu.
Zamanımız çok sınırlıydı ve Stuttgart’ta vakit kaybetmemek için havaalanının kenarındaki “Mövenpick” Oteli’nde kalıyorduk.
“Yolculuk bazen gidilecek yerden daha keyiflidir” diye bir söz vardır.
Çok severim. “Gidilecek yere hazırlanmak” gerçekten müthiş keyif verici bir duygudur.
Havaalanı otelleri ise bana, seyahatin en süfli yanını anlatır.
“Sadece iş için uçmak” duygusu verir ve en kötüsü, kendi kendini, en güzel şeylere vaktin ve hakkın olmadığına inandırır.
Otelden çıkmaya hazırlanıyorduk ve lobide arabanın gelmesini bekliyorduk.
Tuvalete gitme ihtiyacı duydum.
Lobinin dip tarafında, üzerinde erkek işareti bulunan bölüme yöneldim.
Yani erkekler tuvaletine...
Kapısı olmayan, açık bir bölümdü. Ancak arada lavaboların bulunduğu bir boşluk vardı.
* * *
O boşluğu geçip, pisuvarların bulunduğu kısma geçtiğimde, beni çok şaşırtan bir manzara ile karşılaştım.
Bir erkek için pisuvar, hayatını en çok kolaylaştıran buluşlardan biridir.
Buna karşılık hayatının en alelade objelerinden biridir.
Pisuvarın bulunduğu yerden sürpriz beklemezsiniz.
Koku olmaması ve temizlikten başka beklediğiniz fazla bir şey de yoktur.
Son 20 yılda, pisuvar kültürüne eklenen tek yenilik, Almanların Münih havaalanındaki pisuvarların tam orta yerine koymaya başladığı karasinek motifidir.
Etrafa sıçratmamak için çok basit ama etkili bir buluştur.
* * *
Karşımdaki mekân ise şaşırtıcıydı.
Dar bir bölümün iki tarafına tertemiz pisuvarlar sıralanmıştı.
Bunların bulunduğu duvarların üst kısmında ise, boyun hizasından başlayan aynalar yerleştirilmişti.
Işıklandırma çok önemli bir şeydir.
Çirkin bir ışık, dünyanın en güzel yüzünü ve gövdesini berbat etme kudretine sahiptir.
İyi ışık ise, dünyanın en çirkin, en alelade bedenine bile taşınabilir bir estetik verebilir.
Mövenpick Oteli’nin pisuvarlarının bulunduğu bölümün ışığı olağanüstüydü.
Bir süre yüzümü seyrettim.
Işık, ayna ve iki tarafa yerleştirilmiş pisuvarlar, mekâna etkileyici bir derinlik veriyordu.
Kendinizi science-fiction bir ışık koridorunda yürüyor gibi hissediyordunuz.
Ve geliyorum en güzel yanına...
Erkekler tuvaletinin karşı duvarına çok güzel bir çırılçıplak kadın silueti çizilmişti.
Beyaz duvar üzerinde çok çarpıcı bir kontrast etki yaratıyordu.
* * *
Bazen düşünürüm, mahremiyet bakımından hangisi daha güçlü bir tabudur.
Erkekler tuvaleti mi, yoksa kadınlar tuvaleti mi?
Basit fantezileri, kadınlar tuvaletine girmiş bir erkek mi, yoksa erkekler tuvaletine girmiş bir kadın mı daha fazla tetikler.
Benim için erkekler tuvaletinde bir kadın, çok daha çarpıcı etkiye sahiptir.
O nedenle, elim fermuarımda, bir süre duvardaki çırılçıplak kadın siluetini seyrettim.
Bu yazıyı yazma fikri de o an, orada geldi.
* * *
Tabii ki bu yazıyı, alelade fantezilerimi, sapık duygularımı teşhir etmek için yazmadım.
“İnterior” yani iç mekân mimarisinin fethettiği son kaleyi anlatmak istiyorum.
İç mekân dediğimiz yer, artık, salon, yemek odası ve yatak odasından ibaret değil.
Çağımız insanı, hayatının her santimetrekaresinde farkı, sürprizi ve estetiği arıyor.
Mimari, artık erkeklerin en arka odalarına da girmeyi başarmıştır.
Dünyanın en sıradan, en aceleci, en alaminüt duygularını yaratan bir havaalanı oteline bu sürprizleri getiren işletmecileri ve iç mimarları gönülden kutluyorum.
Çünkü hem fiziksel hem manevi arka odalarımızın böyle güçlü fantezilere ve hayallere ihtiyacı var.
Paylaş