ALMANYA-Belçika milli maçından önce milli marş söyleniyor.
Tek tek bakıyorum. Bütün takım söylüyor veya mırıldanıyor.
Saha kenarına dönüyorum.
Teknik direktör Löw, hafiften de olsa, belli belirsiz de olsa mırıldanıyor.
Kulübedekiler de söylüyor.
Bir kişi hariç...
Takımın en ucunda duran, kısa boylu sakin çocuk...
Mesut Özil...
Başka maçlarda söyledi mi bilmiyorum ama önceki akşam sessizce duruyordu.
İşte o an kafamda zincirleme bir reaksiyon başlıyor.
* * *
Çocukluktan yeni çıktığı, bir ayağını delikanlılığa atmışken, ötekinin topuğu hâlâ çocukluktayken, hayatının en kritik kararlarından birini alıyor.
Daha henüz tam kopmamış köklerini temsil eden bir vatan ile, doğduğu, büyüdüğü, ailesine ekmek veren yeni bir vatan arasında tercih yapıyor....
Türklerin “anavatan”, Almanların ise “babavatan” aidiyeti arasında bir tercihe zorlanıyor.
“Babavatan”ı seçiyor.
Türkiye milli takımında değil, Almanya milli takımında oynamaya karar veriyor.
Babavatanı kazanmak, anavatanın fanatiklerini ise kaybetmek pahasına bu kararı veriyor.
Ve zincir reaksiyonlar başlıyor.
* * *
- Babavatanı seçiyor...
AMA maçın başında bütün arkadaşları milli marşı söylerken o katılmıyor. Saygılı ve sessiz biçimde susuyor.
- Almanya Türkiye ile oynuyor, sahanın neredeyse üçte ikisi Almanya’da yaşayan Türk asıllılar.
AMA o aslanlar gibi oynuyor, anavatanın takımına babavatanın golünü atıyor... Yuhalanıyor; anavatanın mensuplarına karşı da en küçük saygısızlık yapmıyor.
- Bu defa anavatanda çok kritik bir Türkiye-Almanya maçı oynanıyor. O oynamak istiyor...
AMA antrenörü sakatlık gerekçesi ile oynatmıyor.
Büyük bir ihtimalle onun üzülmesini istemiyor.
- Almanya, Belçika ile oynuyor. Aynı saatlerde Türkiye ise Azerbaycan’ın karşısında...
Almanya’nın da yenmesi gerekiyor, Türkiye’nin de.
Türkiye zar zor yeniyor.
Almanya ise ya hep ya hiç psikolojisiyle oynayan rakibini 3-1 yeniyor.
İlk gol Mesut Özil’den..
Ötekilerin asisti yine ondan...
Babavatanın yine yıldızı...
Yine sessiz, yine saygılı. Yine Alman...
* * *
Geçen yıl ve bu yıl benim için futbolda Mesut Özil yılı.
Real Madrid maçlarını onun için seyrediyorum. O oynamayınca takım bana ruhsuz geliyor.
Gözüm hep onun bantla bağlanmış saçlarını, sakin yüzünü, futbolda asist denen şeyin, gol atmak kadar önemli bir kabiliyet olduğunu ispat eden tekniğini ve o görünmeyen adam haliyle, maçın her saniyesinde kendini göstermesini arıyor.
Bu çocuğu çok seviyorum.
Duruşunu seviyorum. Kararlılığını seviyorum.
Sükûnetini, haksızlıklar karşısında bile hiç eksiltmediği saygısını, gol sevincine verdiği o harika estetiği seviyorum.
Yani futbola getirdiği karakteri.
Büyük harflerle yazılmış bir “KARAKTERİ”...
Onu seviyorum.
* * *
Helal olsun sana Mesut...
Sana ve seni böylesine sağlam duruşlu bir Alman olarak yetiştiren ailene helal olsun.
Son söz olarak da, bir Türk olarak çok sahici bir duygumu aktarmak istiyorum...
Alman Milli Marşı’nı da söyle...
Hem de göğsünü gere gere söyle...
Sana bütün bu imkânları, eğitimi sağlayan babavatanın milli marşını söylemek, anavatana ihanet değildir...