Bakalım bu samimiyet sınavında, kim sınıfı geçecek, kimin burnu Pinokyo’nunkinin üç katı kadar uzayacak. * * * Bu yılki İstanbul Bienali’ni gezen arkadaşlarımın hemen hepsi, en uzun zamanı, Kutluğ Ataman’ın bir “eseri” önünde geçirdiklerini söylüyor. “Eser”, Ataman’ın “gay olduğu için askerlik yapamayacağını” gösteren sağlık raporu. Neler yazmışlar neler... Efemine hareketlerinden girip, işemesinden çıkmışlar. İşte o rapor, bir sanat eseri haline dönüştü ve bu yılki bienalin en ilgi çekici performanslarından biri haline geldi. Sorum özellikle, her konuda “etik” dersi veren arkadaşlara. Bu raporu, aynı katılıkta, aynı gerçekçilikte bir gazetenin manşeti haline getirseydik ne düşünürdünüz? Kopacak gürültüyü şimdiden işitiyorum. Emin olun İstanbul Modern’in duvarlarında bir sanat eseri olarak hayranlıkla seyrettiğimiz ve çok etkileyici bulduğumuz bu raporu yayınladığı için o gazeteyi ve yöneticilerini yerden yere vururduk. Geliyorum ikinci ve daha kritik soruya... Geçen hafta Haber Türk gazetesinin manşetindeki o hazin fotoğrafı gördünüz değil mi? Gördünüz ve çoğunuzun içi fena halde burkuldu. Bakmak istemediniz. Sırtına saplanmış bıçakla yerde yatan kadını gösteren o hazin fotoğrafı büyütüp, iyice büyütüp, bir duvar boyu kadar, İstanbul Modern’in bienalinde sergilesek, acaba ne düşünürdünüz? Size bir fanteziden söz etmiyorum. Bunun benzeri birçok eser, çeşitli bienallerde sergilendi. Sizinkini bilmem, kendi tahminimi söyleyeyim. Kutluğ Ataman’ın eseri kadar büyük ilgi çekerdi. Hatta bienalin en çok konuşulan eseri olurdu. * * * Bu sorulara cevap verdiniz mi? Öyleyse şimdi burunlarınıza bakın, elinizle şöyle bir yoklayın. Yerinde duruyorsa, devam edelim ve asıl soruya geçelim. İstanbul Modern’in duvarlarında sanatsal bir “eser” olarak seyretmeyi kabul ettiğimiz bir katı gerçekliği, neden bir gazetenin manşetinde gördüğümüz zaman bu kadar irkiliyoruz? Herhalde unutmadınız. 2010 yılında, insanların ve başka canlıların kadavralarından oluşturulan “organik heykeller” bu şehirde bir yıl boyunca sergilendi. Herkes merakla koştu... * * * Hayır, Haber Türk’ün manşeti üzerine fikir beyan etmeyeceğim. Sadece, Fransa’da idam cezasının kaldırılmasında çok büyük etkisi olan iki metinden söz edeceğim. Bunlardan biri, Albert Camus’nün, babası ile ilgili bir yazısıydı. Babası, Cezayir’in Oran şehrinde bir idamı seyretmeye gitmiş, eve dönünce, odasına kapanıp 24 saat dışarı çıkmamış. Çok etkileyici bir metindi. Öteki ise, bir doktorun, kafası giyotinle kesilen bir mahkûm hakkındaki otopsi raporuydu. Ölen kişi neler hisseder, hangi damar nasıl kesilir, boyun kemiği nasıl kırılır, ne kadar acı çeker, ne kadar can çekişir ve bilinç ne zaman kapanır... * * * Bazen gerçekler katıdır... Çok katıdır, çok acıtıcıdır... Anlamanın, hissetmenin ve harekete geçmenin en etkili yolu o hakikatlerle yüzleşmek ve daha da önemlisi hesaplaşmaktır. O fotoğrafın yayınlandığı gün gazetelerde, kocası tarafından öldürülmeyi bekleyen ve onun paniğini yaşayan 2 kadının daha hikâyesi vardı. Benim için o haberler çok daha acıtıcıydı. Neticede sırtında bıçakla yatan kadın ölmüştü ve onun için yapılacak bir şey yoktu. Ama o fotoğrafa bakıp, öteki kadınların yardımına koşabiliriz. En azından onların fotoğraflarını da görmemek için bir şeyler yaparız. * * * Ne haber? Burnunuz hâlâ yerinde mi... Yoksa elinize bir bıçak alıp, bir metre uzamış burnunuzu kökünden kesmeye mi uğraşıyorsunuz.. Bakın bu fotoğraf da iyi bir bienal “eseri” olabilir ve önünde o burnun 100 katı uzunlukta bir kuyruk oluşur.