Paylaş
Vakko’nun yeni binasında Cem Hakko’yla yaptığım röportaj bugün hurriyet.com.tr’de.
Buradan gelecek paranın gideceği kişiye, sürpriz yapmak istedim. Çamlıca’ya eve gittim. Beni karşısında görünce, şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Beklemiyordu çünkü. Ama benim de aklımdan hiç çıkmıyordu.
16 yıl önce tanıştım onunla, Tijen Güden.
“Ben üçüncü sayfa haberi olmak üzereyim” diyen çığlığı üzerine.
Oğulcan’ın annesi.
Oğulcan, defalarca beyin ameliyat geçirmiş, yüzde yüz engelli bir çocuk. Ben tanıdığımda 5 yaşındaydı, şimdi 21, durumda bir değişiklik yok.
Benim kelimelerim, Tijen’in bunca yıl boyunca çektiği acıları, sıkıntıları, perişanlıkları anlatmaya yetmez.
Elimden geldiğince, onun yanında olmaya, ona destek vermeye çalıştım.
Mesela Oğulcan’a bakım parası bağlandı. Ellerine geçen para, ayda bin 400 lira etti.
O parayLa geçiniyorlar; anneanne, anne ve iki çocuk.
Baba mı?
Yok. Çekti gitti. Taşıyamadı.
Hangi erkek taşıyabiliyor ki?
Az...
Ve günün birinde bir hayırsever çıktı. Buradan minnetlerimi sunuyorum, onun sayesinde üç yıldır Tijen, Çamlıca’da kafasını sokabileceği bir evde yaşıyor, kirayı nasıl ödeyebileceğini düşünmeden.
Geceleri bunaldığında mesajlar atıyor bana.
Satırlarından yaşadığı acıyı hissediyorum.
İmdat çığlığı.
Bazen cevap veriyorum, bazen veremiyorum.
Çözümsüz bir durum onunki.
Oğludur, atsa atamıyor, satsa satamıyor. Oğlu varken, ona yaşam yok. Ama ondan kopamıyor da.
Ve bu kadın benim yaşımda ama benden yaşlı duruyor.
Çünkü yorgun, çünkü kendine bakacak vakti yok, kendini düşünecek hali yok. 24 saat engelli çocuğuyla uğraşmak zorunda.
O kadar ki dişsiz dolaştı, dişlerini yaptıramadı, babasının cenazesini kaldıramadı.
Bugüne kadar 23 tane Yarım Kalan Hayatlar yaptım, her birini yaparken aklımın bir köşesinde Tijen ve Oğulcan vardı, şimdi bu 24. Yarım Kalan Hayatlar Oğulcan’la Tijen’e gidecek.
Ona söylediğimde ağlamaya başladı.
Aşağıda onunla evinde konuştuklarımızı okuyacaksınız...
* Oğulcan nasıl da tatlı tatlı, sakin sakin duruyor, kedi gibi...
- Bakma böyle durduğuna, şimdi öyle, seni inceliyor. Birazdan yanına gelir koklar da. Ama bir süre sonra saldırganlaşıyor. Tırmıklıyor, kafa atıyor, tekme atıyor, kendini yerden yere atıyor, kafasını radyatörlere vuruyor. Kendine de zarar veriyor, etrafına da. Bak annemin suratına...
(O zaman anneanne Zehra Hanım’ın yüzündeki derin tırnak izlerini fark ediyorum, tülbentini geri atınca alnındakileri de görüyorum...)
Sonra da pişman oluyor. “Ağlama lütfen” gibi işaretler yapıyor, sesler çıkarıyor. “Kızmayın bana” demek istiyor. Gelip gözyaşlarımızı öpüyor.
* Ne kadar anlıyor?
- Raporu, yüzde 100 engelli. Nufüs cüzdanında da böyle yazıyor. Konuşamıyor, duymuyor, yemek yiyemiyor, yutkunamıyor, beden temizliğini yapamıyor. Bilmiyoruz ki neyi anlıyor, neyi anlamıyor. Bildiğimiz bir tek şey var, her canlı gibi sevilmek istiyor...
(Tijen bana kanıtlamak istercesine dudaklarını uzatıyor, Oğulcan görür görmez hemen annesine karşılık veriyor. Anne-oğul öpüşüyorlar. Ağlamamak mümkün değil.)
Ama işte bu gördüğün sevgi dolu çocuk, birdenbire kafasını cama geçiriyor, balkondan atlamak istiyor. Bir annem var bana destek, o da bağırsak kanseri. Kemoterapiler arasında ne kadar destek olabilirse oluyor. Koca dersen, yıllar önce kaybolmuştu zaten.
(Tijen beni görünce durmadan konuşuyor, anlatıyor, ikramlar yapıyor, çünkü yalnız. Çünkü evine kimse gelmiyor. Oğulcan’dan ötürü.)
* Peki dışarı çıkmak, arada nefes almak...
- Sen deli misin! En son üç sene önce çıktık. Bir daha asla. Denizi çok seviyor. Kuzguncuk’a götürdüm. Laylaylom yola indik. Denize baktı, çok mutlu oldu, sonra yürümek istedi. Ama asfaltta. Caddenin ortasından. Bir süre sorunsuz gittik. Sonra bir adam gördü, elini uzattı. Adam korktu. O korkunca, Oğulcan sinirlendi bana saldırdı. Kendini yerlere attı. Taksi durdurdum, taksiye de tekme attı. Adam, “Almam” dedi. Bir taş bulduk oturduk, birdenbire düdükler, sirenler. Meğer askeri bölgeymiş. Askerler geldi. Bizimki, bariyerlere kafa atmaya başladı. “Kalkın oradan” diyorlar, ben nasıl anlatayım yüzde 100 engelli birine kalkması gerektiğini. Silah doğrulttular, sonra komutan geldi. Halden anlayan biriydi, çok üzüldü. Bizi otobüse bindirdi, Mecidiyeköy’e gittik, oradan geriye karşıya döndük. Hiç tanımadığım bir kadın otobüste baktı baktı: “Evladım, Allah sabır versin” dedi.
ELİNİ SOK, ACIMI AL
* Ama seni bu hayatta onun kadar seven yok. Belki tesellin bu olabilir...
- Gerçekten de öyle. Onun Allah’ı benim Ayşe. Bu laf tuhafına gidebilir. Ama o, öyle zannediyor. Dışarıda kar yağar. Kar bitince kızılca kıyamet kopar, bana dönüyor, “Yağdır” manasına gelen hareketler yapıyor. Zannediyor ki, benim elimde. Havai fişek mi atılıyor, bitince bana kızıyor, “Niye devam ettirmiyorsun” diye. Cama kafa atıyor, “Hemen yap” diyor. Zannediyor ki, o anda camı tamir edebileceğim. Geçen gün böbreğini gösteriyor. Belli ki ağrısı var, “Elini sok, o acıyı oradan al” demek istiyor.
* Sen tam olarak nasıl bir yardım bekliyorsun?
- Ah Ayşecim, ben oğlumun kendini öldürmesini izlemek istemiyorum. Yardıma ihtiyacım var. Devletin doktorlarıyla olmuyor. Özele götürme şansım da yok. Çünkü param yok. Dipsiz bir kuyu, hastaneye yatırılıp bakılması lazım. Saldırganlığını önlemek için her gün, sabah akşam bir tomar ilaç veriyorum. Ama işe yaramıyor.
* Bu ülkede ne yazık ki Oğulcan konumundakiler için bir bakımevi de yok.
- Ben artık böyle bir şey beklemiyorum, bunu geçtim. Yaşarken göremeyeceğim böyle bir şeyi. Zaten emanet de edemem çocuğumu bir başkasına. Şimdilerde yaşam koçu diye bir şey çıktı, engelli çocuğunu bir bakıcıya veriyorsun. Sen sorumluluğunu aslında ona devrediyorsun, haftada bir gidip görüyorsun. Bu da bir çözüm olabilir ama yapabileceğimi zannetmiyorum. Çünkü duymuyor, konuşmuyor, yemek yiyemiyor. Beni bile delirtiyor annesi olarak saldırganlığıyla, bir başkası ona nasıl bakar? Ayrıca ben ne bileceğim döver mi, kapatır mı, bağlar mı? Benim tek istediğim, oğlumun biraz olsun sakinleştirilebilmesi. Bu kadar. Kafasında şantlar var. Koptu kopacak.
* Niye?
- Çünkü 17 yıl önce takıldı. O günden bugüne, çocuk büyüdü. E kısaldılar. Delecek çıkacak derisini neredeyse. Diyorlar ki: “Bilgisayarlı tomografi çekilip duruma bakılması lazım.” “E peki çekin” diyorum. Bana, “Fiziki şartları müsait değil” diyorlar. Çünkü bizimki kafa atıyor, tekme atıyor, mümkün değil onu bir alete sokmak. “Anestezi uygulayıp sokun” diyorum, ona da yanaşmıyorlar. Peki biri bana söylesin, ben n’apayım? Bir de büyüyor. Cinsellik yaşamın doğasında var. Koltuk kenarlarına sürtünüyor. Pipisi oluyor kocaman. Ama boşalma yok. Sonra bana diyor ki: “Düzelt bunu”... Çok acı bir şey. Bu tür şeyleri anlatmamı ayıp karşılayabilirler ama ayıbı-mayıbı yok. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Yumurtalıkları erimiş demişlerdi bana, muhtemelen fizyolojik pek çok şey onu rahatsız ediyor.
* Peki ne yapsan senin için çözüm olur?
- Oğulcan’ın sağlığı hakkında bilgi edinebilmek istiyorum. herkes; konu, komşu bana sabır diliyor, “Allah yardımcın olsun” diyor. Ama fiilen sabırlı olmak o kadar da kolay bir şey değil. Evden yapabileceğim bir iş istiyorum. Aklımı kaçırmamam ancak böyle mümkün olabilir. Tükenmezkalem bile doldurabilirim. Yeter ki biraz oyalanabileyim.
(Evden dışarı çıktığımda ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Engelli bir çocuğunuz yoksa sizler de öylesiniz. Yatıp kalkıp şükredelim...)
Paylaş