SABAH Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’ın dünkü köşesinde çarpıcı bir sahnenin görüntüsü fotoğraf gibi veriliyordu.
Şafak, Başbakan Erdoğan konuşurken Arap bakanların hangi cümlelere hangi tepkileri verdiklerini yazmış. İşte tepkiler: Başbakan: “Tarihi bir dönemeçteyiz. Arap halkları kendi iradeleri ile bu süreci tamamlayacak.” BAKANLARIN TEPKİSİ: “Birçok bakanın tiki tuttu.” (Benim notum: Sinirlilik ifadesi.) Başbakan: “Halkların meşru talepleri vakit geçirmeden karşılanmalı, reformlar yapılmalı.” ARAP BAKANLARIN TEPKİSİ: “Kimi Arap bakanları yerlerinde büzüldükçe büzüldü.” Başbakan: “Demokrasi ortak şiar olmalı.” BAKANLARIN TEPKİSİ: “Kimi Arap liderlerinin vücutlarından terler boşaldı.”
Şafak bu tabloyu anlattıktan sonra ilginç bir tablo sunuyor: Nasıl boşalmasın, 22 Arap ülkesinin hiçbirinde demokrasi yok... En az 10’unun halkları bugüne kadar hiç sandık başına gitmemiş. 15-16’sı bugüne kadar iktidar değişikliğine tanık olmamış. Sadece 2’sinde göstermelik demokrasi var.
Ancaaak... Ne zamanki Başbakan başka bir konuya değinmiş; her cümleden sonra ezilip büzülen, tikleri artan, terler boşalan Arap liderleri, birden canlanıp alkışlamaya başlamış. Tahmin ettiniz değil mi? Gazze meselesi...
Bu tabloya bakınca insan sormadan edemiyor: Yani, Türkiye Arap âleminin liderliğini, sadece Filistin konusundaki şahin tavrı ile mi hak ediyor? Bu dolduruşa gelen varsa onlara, ünlü İtalyan fıkrasını hatırlatırım. Hani savaşta, İtalyan yüzbaşı, “Avanti” diye bağırıp ileri fırlarken siperden başını çıkarmadan, “Bravo Capitano” (Bravo Yüzbaşı) diye bağıran erler gözümün önüne geldi. Erdoğan cepheye; onlar sipere... Hayır, hep birlikte barışa, demokrasiye, adalete, refaha...
CEMAATSİZ OLMANIN DAYANILMAZ RAHATLIĞI
Dün Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu ile konuşuyorum. Başbakan Tunus’ta çarşıya girmiş. “Görmeliydiniz; sanki Malatya çarşısında dolaşıyor gibi” diyor. Başbakan Erdoğan beni ters köşeye yatırdı. Fena halde şaşırttı. Bekliyordum ki, Tahrir Meydanı’nda İslam’ın kılıcı kesilecek, bir Gazze menkıbesi yazacak. Sanıyordum ki, bütün bir Ortadoğu gezisini, İsrail’e karşı bir Müslüman seferberliği haline çevirecek. Hiç, ama hiç beklemediğim bir şey yaptı. Arap liderlerinin gözlerine baka baka, “Laik Anayasayı” savundu. Demokrasiden söz etti. Hür seçimleri savundu. Müslüman Kardeşler’i, hayal kırıklığına uğratma pahasına, Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye’nin çizgilerini anlattı.
Bu tavrı bana iktidarının ilk 5 yılını hatırlattı. Hani o “Seçmen küser” falan demeden bildiğini okuyan, doğru olanı tercih eden Erdoğan... Samimi söylüyorum, Türkiye’nin bu yükselen figürü bana gurur veriyor. İşte böyle zamanlarda, sırtını ve ruhunu bir “cemaate” ipotek etmemiş; ona buna hesap verecek durumda bulunmayan bir yazar olmanın rahatlığını yaşıyorum. Yani, “Şu ne der, öteki ne düşünür” demeden yazabilme özgürlüğünün keyfini çıkarıyorum. Bir kere daha anladım ki, insanın içinde bir “Cemaat taassubu” olmayınca, gerçek anlamda hür olabiliyor. Olaylara, manevi enflasyonlardan arındırılmış bir ruh bilançosu ile bakabiliyorsunuz. Yani gerçek kazanç ve zararınızı daha iyi görüyorsunuz.
Heyhat, böyle anlarda bir başka şeyi daha anlıyorum. Destekleme, beğenme hürriyetini sonuna kadar yaşayabilmek için, eleştirme hürriyetini de aynı özgürlükte kullanabilmeliyim. Çünkü gazeteciler için hâlâ, övmek, eleştirmekten çok daha zor bir iştir. Eleştiri hakkı olmadan, övmek insanın içine kolayca sindirebileceği bir duygu değildir. Ben yine de “Olsun” diyorum. Bugün içimden gelen duygu buysa eğer; içimde kalmış kaygıları buzdolabına koyabilmeliyim. Çünkü, dünyadaki ve Ortadoğu’daki yeni Türkiye portresi bana gurur veriyor. Hepimize de vermeli... Bir gün gelir, Kürt sorununu çözebilir; ifade özgürlüğü üzerindeki baskıları kaldırabilir; yargı ile ilgili ağır sorunlarımızı da çözebilirsek; Cumhuriyet’in 100’üncü yılını büyük bir gururla kutlayacağız.