“Tavsiye eden dilleri dert görmesin” diyorum. “Çok klas bir tavsiye” diyorum. Övüyorum, övüyorum, övüyorum. Neden mi? Anlatayım:
“Din” adına oluşturulmuş bir yönetim, “dini bir yönetim” olamaz. Olsa olsa “bir din yorumunun oluşturduğu yönetim” olur. Çünkü... Tek bir din algısı, tek bir din anlayışı, tek bir din yaklaşımı yoktur. “Dini yönetim” denilen şey, yönetimi oluşturanların dinden anladıklarıdır. Bu da dinin herhangi bir yorumunun, topluma egemen olması anlamına gelir. Eğer tek bir din yorumu yönetime egemen olursa, bırakın herhangi bir muhalefeti, farklı din anlayışları bile “gık” diyemez hale gelir. Çünkü itiraz edenlere, “dine itiraz etmiş” muamelesi çekilir. Böylece... Elinde “din” gibi kutsal referanslı bir araca sahip olan yönetim, o aracı bir baskılama aracına çevirip yeryüzünün en zalim ve en otoriter yönetimini oluşturabilir. Düşünün: En küçük bir muhalefet hareketi bile “kâfirlik” olarak nitelenebilecek. Hafazanallah! Hafazanallah! Başbakan Erdoğan’ın “laiklik tavsiyesi”, işte bu yüzden “şiir gibi” bir tavsiyedir.
Peki Erdoğan, Mısır’a “laik olun” derken... Laiklik adına otoriter bir yapı kurun mu demek istemektedir? Laiklik adına dini inançların kamusal alanda özgürce yaşanmasına yasak koyun mu demek istemektedir? Laiklik adına dini örgütlenmelere izin vermeyin mi demek istemektedir? Laiklik adına kıyafet zabitliği yapın mı demek istemektedir? Laiklik adına “Dini olan her şeyi kapı dışarı edin” mi demek istemektedir? Hayır, hayır! Erdoğan’ın tavsiyesi bu değil. Çünkü hem kendisi hem de arkadaşları, ömürlerini böylesi bir laiklik anlayışına itiraz ederek geçirdiler. Tamam, AK Parti deneyimine baktığımızda... Arkasında duracağımız sağlam bir demokrasi hevesi görmüyoruz. İtiraz edebileceğimiz sayısız husus var. Ama şunu da kabul edelim: AK Parti deneyimi, “otoriter laiklik” anlayışına saplanıp kalmış olan Türkiye’yi, “demokratik laiklik” anlayışı ile barıştırdı. Bu açıdan... Başbakan Erdoğan’ın, Mısır ve benzeri ülkelere “laiklik” telkininde bulunmasında herhangi bir çelişki yok. Aksine... Türkiye bu açıdan o ülkeler için tam bir “model ülke” haline gelmiştir.
Trabzonspor’un hakkını teslim etmek
TRABZONSPOR, İtalyan devi İnter’i devirdi. Muhteşem bir başarı... Muazzam bir zafer... Şampiyonlar Ligi’ne şimdiden adını yazdırdı. İtalyanlara “Trabzon” demeyi öğretti. Yani neresinden bakarsan bak, gurur verici bir tablo...
Fakat bakıyoruz başta bizim gazete olmak üzere gazetelerimize... Haber var ama coşku yok. Bir kasma, bir zafere ortak olamama, bir çekingenlik falan... Oysa Fenerbahçe, Galatasaray ya da Beşiktaş zafer kazandığında nasıl da cömertçe atılır manşetler, nasıl da sayfalar arazi büyüklüğünde zaferin emrine âmâde kılınır, nasıl da coşku dolu bir eda kaplar her yeri...
Bu hakkaniyetsizliği, bu adaletsizliği, bu eşitsizliği bariz biçimde fark ettikten sonra... Ben artık Trabzonspor taraftarının uçsuz bucaksız savrulmasına, isyanına, hırçınlığına çok daha toleranslı yaklaşacağım.
Kardeş Türküler konserinden izlenimler
Ekstradan ideolojik bir tutuma gerek yok: Bu toprakların tüm seslerini, tüm türkülerini, tüm havalarını söyledin mi sonuç “ideolojik tutum” oluyor. Kardeş Türküler’in konserinden benim çıkardığım sonuç budur. Bir Neşet Ertaş türküsü patlatsalardı ve Neşet Baba’ya da bir selam sarkıtsalardı ne iyi olacaktı! Konserin tavan yaptığı an: Uduyla konsere katılan Ermeni sanatçı Ara Dinkjian’ın, kendi bestesi “Ağladıkça”yı çalması ve konsere katılanların büyük bir koro oluşturması. (Ahmet Kaya’ya bin selam). Aynur hasta olduğu için katılamadı konsere... Ama kendisine daha önce aynı sahnede yapılan haksızlık, gıyabında uzun alkışlarla telafi edildi. Türküler söylenirken ayrıca sahne sanatlarına yer verilmesi çok mu gerekli? Ben o teatral havadan rahatsız oldum. Ama hakkını yemeyelim: Balkan havaları çalarken sahne alan dansçı arkadaşın abartısız ve otantiğe uygun dansı muhteşemdi. Sezen Aksu’nun büyüleyici özelliği bir kez daha ortaya çıktı: Sahneye girişinden çıkışına kadar gözümüzü kırpmadık. Arto Tunçboyacıyan’ın tıpkı geçen sene olduğu gibi bu sene de “doğaçlama” yapma çabası, vakit israfından başka bir şeye neden olmadı.
Hrant’ın arkadaşlarından Başbakan’a mektup
Sayın Başbakan...Arkadaşımız Hrant Dink’i öldürdüler.Beşinci yılına yaklaşan adalet arayışımız kadük kalmıştır.Dilekçe verdiğimiz topyekûn devlet, kendini katile yakın gördü.Zaten “katil”, “polis”, “bayrak” ve “muzaffer gülümseme” kahramanlık posterinde poz vermişti. Bir türlü ilamını malum edemediğiniz o kalabalık güruh, elbirliği ile kıstırmışlar, hain pusuda kurşun sıkmışlar, kaçmışlar, saklanmışlardı.Şikâyetçiyiz.“Adalet, namus sözümdür” diye ölü evinde ant içtiğiniz halde, Hrant Dink’i işaret parmağıyla gösterip “bunu” diyen yardımcınızı “Meclis Başkanı”, resmi makamda adamları resmen “Yakarız canını bak” diyen valinizi vekil, emanet edilen canı kollamayan Emniyet Müdürü’nüzü vali, 17 yaşındaki O.S.’yi kocaman Ogün Samast ettiniz. Kan adaletle susar, şikâyetçiyiz.İsim verdik soruşturun diye, İçişleri Bakanı’nız, “olmaz onlar bizim çocuklar” dedi.Dışişleri Bakanı’nız AİHM savunmasında bu toprakların yiğit evladına “Nazi” dedi.Çevik kuvvetleriniz Rakel Dink önlerinden geçerken katillere yazılan methiye türkülerini mırıldanarak Beşiktaş Adliyesi’nde koro yapıverdiler.Katillerimizi adalet evine getiren jandarma, cezaevi aracına “Ya sev ya terk et” diye yapıştırma asmıştı. Sayın Başbakan!Nedir daha derine inmeyi engelleyen o “büyük kasabanın sırrı?” Azınlıklardan gasp edilenin birazını geri vermeniz sebebiyle seslendirdiğiniz nutukta, “Bu ülkede hiç kimse ruh tedirginliğiyle yaşamayacak artık” diyordunuz Hrant’ın veda mektubuna atfen... İnanın, tedirginliğimiz her zamankinden büyüktür. Sayın Başbakan!Mala gelenin telafisi bulunur.Cana gelene de davranınız.Anadolu toprağından Hrant Dink’in payına bir metrekare toprak düştü.O da mezarıdır! Kamera denilen vakanüvis silinmiş, bize kalan 19 Ocak 2007 seyirliğinde 5 kişi saydık, Hrant’a pusu kuranlardan... Kim bunlar Sayın Başbakan?Görüneni, görünmeyeni, katillerimizi istiyoruz, adalet olsun, hak hâkim olsun diye.Bizim hakkımız bizde saklı duruyor, helalleşmekten başka çarenin kalmadığı savaş yorgunu memleketimizde...Suallerimiz cevapsız!Adalet nöbetçisi “Hepimiz Hrant’ız” diyen yüz binlerin eli hâlâ vicdanında...
Cevaplarımızı almadan susmayacağız. Sormaya devam edeceğiz. Hrant için, adalet için! HRANT’IN ARKADAŞLARI