ARAŞTIRMACI gazeteci Sedat Ergin’in dün yayınlanan Müzik aletlerini müsadere etmek yazısını mutlaka okumuşsunuzdur.
O yazıdaki yakınmalar, sadece bir gazetecinin değil, “hem müzisyen hem gazeteci” bir insanın üzüntüleriydi. Ben caddelerde müzisyenlerin, enstrümanlarını istedikleri gibi çalmasından yanayım. Kalabalığın gürültüsünü müziğe çeviren bu kişilerin büyük kentlerin, metropollerin, büyük caddelerin süsü olduğu kanısındayım. Hangi ülkeye gidersem gideyim meydanlarda, büyük caddelerde onları ararım. Artık İstanbul, dünya ölçeğinde büyük kentlerden birisi. Her türlü yaratıcı özgürlüğün tartışmasız yaşanacağı / yaşanması gereken bir yer. O müzikçilerin caddeden kaldırılması, müzik enstrümanlarının polis ve zabıta tarafından toplanması, İstanbul’un bir renginin yok edilmesi demektir. Özellikle egemen bir renginin! Hele ki, müzisyenleri basit birer ‘çalgıcı’ olarak değerlendirmek! Taksim’den geçip eve dönerken, sokaktaki bir müzisyenin önünde durup çaldığı parçayı sonuna kadar dinlemeden geçemezdim. Biraz müzik sevginiz varsa, biraz kentliyseniz, bu müzikçilere teşekkür etmelisiniz. Sedat Ergin’in değindiği toplama yöntemi, müziğe karşı bir vahşet yargısıyla özetlenebilir. O enstrümanlar harap olursa bir daha kullanılamazlar. Oraya giden zabıta memurlarının pazar tezgâhı ile bir müzik aleti arasındaki farkı bilmesi gerekir. Zor koşullarda edinebildikleri bu aletleri bir tahta parçası gibi kamyonlara doldurmak, çağdaş belediyecilik anlayışıyla bağdaşmıyor. Ben, büyük kentlerin kendine özgü kurallarla yönetilmesinden yanayım. Caddelerdeki masaların, sandalyelerin toplanmasına da böyle bakıyorum. İfratla tefrit arasında dalgalanan bir yasa anlayışımız var. Ben ikisinin de özgür bırakılmasını savunuyorum. Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan’ı yakından tanırım, büyük kentin önemli bir yerinin, Beyoğlu’nun yeniden eski haline dönmesi için çalışacağına eminim. Bunun bir an evvel gerçekleşmesi tek temennim! * * * SEDAT ERGİN, bir müzisyenin kulağına gelen her sesi değerlendirdiğini bilir. Santurla aşkı da böyle başlamış. Ben de santuru severim, tınısı piyanoyu andırır. O, santurun tekniği konusunda da araştırma yapmış. Ne yazık ki, birçok eski Türk müziği enstrümanının bugün nitelikli icracısı yok. Bazı santur çalanların adını anayım, besteci Santurî Ethem Efendi’nin bestelerini bugün de dinliyoruz. Türk müziği icra heyetinde uzun süre Hüsnü Tüzüner, santur çaldı. Eski Güzel Sanatlar Akademisi (şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) rektörlerinden Prof. Dr. Sadun Ersin, iyi santur çalardı. Dr. Teoman Ünaldı’nın da santurunu dinledim. Devlet Klasik Türk Müziği korolarında bu enstrümanların olmasını isterim. Santuru bugünkü kuşakların tanıdığını sanmıyorum. Bari bu sokaktaki müzisyenlerde hem santuru görürler hem de sesini duyarlar. * * * SOKAKTA çalanların seslerini duyabilmek için yazalım, destekleyelim.