Paylaş
80lerde çocukken bir gün futbol yazacağım derdim. 90larda tabloid tarzı spor gazeteleri ve kışkırtıcı başlık furyaları başlayınca "futbol yazacağım ve düzeni değiştireceğim"e döndü mesele.Gülmeyin, o zamanlar hakikaten medya açısından umut kırıntıları vardı. Henüz %100 liboş olmamıştı.
90lar ortasından sonra yeni yorumcu-yazar nesli çıkmaya başladı. Daha bilgili, dünya futbolunu takip eden, okuyan, entelektüel seviyesinin yüksekliği ile yabancı dildeki kaynaklara ulaşabilen, spor medyasındaki klişeleri yıkıp değişik fikirler ortaya atabilen parlak bir nesil... Sayıları arttıkça kemikleşmiş ve etrafında çember çizen yüzeysel futbol medyasını sileceklerine inanmıştım. Ama bu umut fazla uzun sürmedi. Bir yanda baronlar, altın tespih kardeşliklerinin "ağaları" medyadaki üst kademelere iyice hakim olurken diğer yanda bahsettiğim parlak nesli, emekli olmuş hakem ve futbolcu yorumcularla harmanladılar.
Televizyon kanallarının hızla şişirdiği şöhret budalalılığı ve rantın fırlaması ile akıl dışı noktalara giden ücretler, bu ekibin evirilip devrilmesine veya gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.
95 sonrası ve 2000ler semirme,köklerini iyice sağlamlaştırma ve genişleyerek sistemi tamamen ele geçirme yıllarıydı. Merkezde "Fenerli medya" yalanını yedirmiş lider vardı. Bu süreçte veliahtlarını yetiştirdi. Bir yazısıyla kariyerleri mahvedip istediklerini yüceltti. Haftalık yemekli sohbetler fikir alışverişinden çok " fikir ekme" stratejilerinin kaynağı oldu. Bir de baktık ki Türk spor medyası tarikat haline dönüşmüş. A isminden başladığınızda çocukluk arkadaşlığı, akraba, iş geçmişi, okuldaşlık, mahallelik, aile dostluğu vs bağlarından Z adına ulaşabileceğiniz bir klan... Herkesin herkesi tanıdığı, sınırların asla çizilemediği, bu yüzden futbolu yönetenlerin ve yorumlayanların olmaması gereken çıkar ve manevi ilişkiler yumağına dönüştüğü kördüğüm...
Spor camiası havuz içinde rotasyona girdi. Bir gün futbolcu ertesi gün federasyonda görevli, başka bir gün milli takımlarda antrenör; bir gün kulüpleri ve düzeni eleştiren yorumcu ertesi gün o eleştirdiklerinin ekibinde teknik danışman, ertesi gün koordinatör, vs oldu.
Çevrelerinden yeni isimleri katarak aileyi genişlettiler. Zamanla işin içine internet girdi. Orada da kendilerine tapınanlardan sanal alt tarikatlar oluşturdular.
Sürekli birbirini alkışlayan, pohpohlayan, onaylayan fareli köyün kavalcısının ardındaki fareler...
Bu klan, kendilerine uymayan, fikirlerini paylaşmayan, onların dokunmadıklarına dokunan herkesi sistem dışına attı.
Entelektüel seviyelerinin yüksekliğinin getirdiği otomatik saygınlık ile kendi klişelerini yaratıp kamuoyuna ezberlettiler. Mesela 2000ler boyunca modern futbolu "rakibi bozan, atletik, pozitif değil aşırı temkinli futbolu tercih etmek" kalıbına soktular. İstedikleri futbolcuları olduğundan iyi gösterdiler, istediklerini kalitesizleştirdiler...
Birinin ortaya attığı fikri 3 gün sonra diğeri de yazdı, dillendirdi. Böylece "ne kadar çok insan söylerse doğrudur" adlı beyin yıkama modelini nefis biçimde oturttular. Fikir ektiler, hepsi aynı yalanları savunduğu için o yalanlar zamanla doğru olarak kabullenildi. Aksini anlatan herkes kamu nezdinde holigan veya taraflı damgası yedi.
Fikri ve zikri eksik diğer spor medyası üyeleri de ya hala 20 yıl öncesinde takıldıkları için huysuzca yüz ekşittiler, ya da hayranlıktan ezbere destek verdiler.
Zamanla yeni fikir üretemez hale geldiler. Futbolun teknik yönünü anlamak, fazlasıyla izlediğini hissetmekten geçtiği ve bu yönden zayıf oldukları için açıklarını süslü, ansiklopedik bilgilerle dolu yazılarla kapattılar. Uzmanlık ve otorite sıfatlarını zedelemeyen harika bir elbise uydurdular.
İşte kandırmacadan ibaret tarafsızlık kelimesi en büyük etiketleri oldu.
Stratejinin en can alıcı yeri Türkiye'de sporun karanlık yüzüne, yani etliye sütlüye pek dokunmamalarıydı. Mevzunun ucu açık, her an iki farklı yöne de gidebilecek ise ortaya karışık konuşup pozisyonlarını bozmadılar. Adı geçen iki kulübün de nabzına göre şerbet verip topa girmediler. Böylece mesele netleştiğinde çabucak "ben zaten demiştim" diyerek tarafsızlık ve "çok iyi bilen adam" unvanlarını korudular.
Dönemsel olaylarda ise genellemelerin arkasına saklandılar. Mesela temiz futbol, holiganlık konularında kulüp, kişi ayrımlarına pek girmediler.
Peki palazlanıp şöhret kazandıkları dönem neydi? Normalde Türk futbol tarihinin en karanlık bölümü olarak tartışılması gereken Haluk Ulusoy yılları....
Galatasaray'ın 4 yıl üst üste lig ve sonunda UEFA şampiyonluğu, ardından milli takımın Dünya Kupası'nda 3.lük dönemleri... Türk futbol tarihinin en başarılı yılları.
O tarihi başarıları analiz edip anlatan medya olarak büyüdü.
Fatih Terim'in putlaştırılıp herkesi kendisine biat ettirdiği, bir kulübün medyanın yapacağı haberleri yönettiği, muhabirlerinin elini kolunu bağlayıp kendi kontrolüne aldığı dönemin elemanları, editörleri ve müdürleri olarak...
Hukuksuzluklar, ayrımcılıklar, özerk federasyon kisvesiyle kulüplere el altından dağıtılan paralar, kulüpler arası yaratılan eşitsizlikler, yönlendirilen hakemler, ve kurullar vs vs. Akla gelebilecek en spor dışı yapılanmaların göbeğindeki medya olarak büyüdüler.
Bu tarikat, yani şimdi Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'ı organize biçimde, kasıtlı üretilmiş iftiralar ve yalanlarla, bilgi kirliliği ile aşağılayan medyanın içinde barınan futbol medyası, Türk futbol tarihinin en şaibeli yıllarına sesini çıkarmamış, kalem oynatmamıştı.
Bursasporluların tarihi şampiyonluğa rağmen hala sokaklarda şiddet peşinde koşma sebebini 2004 yılından beri görmezden geldikleri gibi... Ya da Altay ve nice örneklerini...
Yapamazlardı zira sırtlarını verdikleri dönemin bağırsaklarını deşmek demek kendi bağırsaklarını deşmek demekti. Önce kendileriyle yüzleşmek demekti.
Bir kısmı şu an savcı ve polisçilik oynayan yeni yetme siyaset muhabirleri gibiydi.
Bir kısmı TFF Ankara bürokrasisinin, Ulusoy'un kulisçisiydi.
Mesela Sedat Peker'in web sitesi açılışlarında baş konuğu sadece Haluk Ulusoy değildi.
Olgun Peker ile tatil beldelerinde denize giren sadece şu anki milletvekili Hakan Şükür de değildi.
Galatasaray başarılarının figürü Mehmet Ağar tek derin insan değildi.
İktidar güçlerini net bir takım lehine kullanmıştı ama bu medyanın işine gelen takımdı. O zaman siyaset dışarı dememişlerdi.
Federasyon-kulüpler-şahıslar arasındaki karanlık ilişkiler o dönemler kimsenin derdi davası değildi.
O zamanlar diğer kulüplerin isyanı, çaresizliği, "kulüpler , yöneticiler şiddeti teşvik ediyor" klişesinin savunucularının umurunda değildi.
Hafızanızı, arşivleri karıştırın. Şu an saygı duyduğunuz insanların o zaman aynı konular için mücadele edip etmediğini hatırlayın.
İktidarlar değişiyor, federasyonlar değişiyor, kulüp başkanları değişiyor, kulüplerin kucağına oturduğu ideolojiler değişiyor, ama bu isimler hep var. Hem de maddi kazançları zerre düşmeden. Omuz omuza düzeni yürüttükleri insanlara arkalarını dönüp, kendilerine yeni menfaat ilişkilerini kurmak hiç de zor olmuyor.
O yüzden 2011'de hala hiçbirinden o yıllara ait tek satır okuyamazsınız.
Ve gelelim işin özüne... Tarikatın ana motivasyonu Fenerbahçe'dir. Zira o dönemle yıllarca , aynı perdeden kavga eden tek takım Fenerbahçe'dir.
Başka sebepler de var elbet.
Bir kısmı saf Aziz Yıldırım nefreti ile doludur. Televizyonlarda açıkça ifade etmezler ama kendi aralarında, gazete odalarında, yemekli toplantılarında, muhabbetlerinde kusarlar. Aziz Yıldırım'ın insan ilişkilerindeki özensizliği, kırdığı kalpler, kimi zaman azarlamaları Fenerbahçe kulübü içinde bile nefret kitlesi oluşturmuştur. Ama bahsettiğim gazeteciler, olayları değerlendirirken kişisel garezlerini köşeye atması gereken medya... Belki de hayatında hiç Aziz Yıldırım ile bir araya gelmemiş insanlar. Onlar Aziz Yıldırım'ın görünüşünü sevmiyor. Çizdiği imajı, tek adamlığını, yaptığı açıklamaları, kabalığını, kılığını kıyafetini sevmiyor. Süslü insan ilişkileriyle alakası olmadığı için hoşlanmıyor. Onların sınıflarına ait olmadığı için itibar etmiyor. Türk futboluna şikeyi,teşviki, tribün ayrımcılığını sokanlara saygı duyarken "mafya" sıfatını Aziz Yıldırım'a yapıştırıyor. Türk futbolu, alt liglerdeki yöneticilerden federasyonuna mafyanın kucağında gezerken bu unvanı sadece ona layık görüyor. Futbola kirleten onlar için Aziz Yıldırım. O yüzden 13 yıllık süreçte, tarafsız denilen ve saygı duyulan futbol medyasının Aziz Yıldırım'ın Türk sporuna katkıları üzerine içten yazılmış analizini bulamazsınız. Zaten Fenerbahçe onlar için sevimsizdir.
Bir kısmında ise kendi kimliklerinin gereği nefret vardır. Aslında uç noktada tarafken, tarikatın yarattığı ambalaja sığınarak tarafsız lanse edilenler...
Bir kısmında ise menfaat nefreti vardır. Aziz Yıldırım ellerini ayaklarını kulübün içinden kestiği için. Muhalefetin kuklası oldukları için...
Ama tabi en tehlikelisi medyanın baronları, altın tespih kardeşleridir. Yukarıdakilerin patronları. Sistemin içindekileri onlar getirir onlar götürürdü. Türk futbolunu aslında onlar yönetirdi. Elleri her yere uzanırdı. Hakemlere, federasyona, futbolculara... Fenerbahçe'yi de yönetmeye alışmışlardı. Mahremiyeti çiğnemeye... Aziz Yıldırım o hattı kopardı. Yetmedi, Fenerbahçe televizyon gelirlerinden bağımsız hale geldi. Yetmedi, Türk futbolunu değiştirmek için çabalamaya başladı. Ulusoy ile kavga etti, medya ile kavga etti, menajerlerle kavga etti, tribünleri ele geçirmeye çalışan mafya uzantıları ile kavga etti (o uzantıların medya başta olmak üzere spor camiası ile organik bağını hatırlatalım,çoğunun şu an Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'ın ipini çekenler olduklarını). Kısaca düzene çomak soktu.
Üst kademeden alta kadar giden hiyerarşik tarikatın en çaresizleri ise dipte kalan emekçilerdi.
Köşe yazarları çift haneli rakamlar alırken sayfaları hazırlayan, 6 gün geç saatlere kadar çalışan , maç maç koşturan muhabir ve fotoğrafçılar komik ücretlerle, zam almadan işini kaybetmeme korkusuyla yaşıyor.
Ve onlar taraftarla karşı karşıya bırakılıyor.
Yukarıda anlattığım canavara bakınca, 3 haftadır medyanın yürüttüğü faşist yayıncılığa şaşmamak lazım.
Yıllardır uğraştıkları Fenerbahçe'yi sıkıştırdığını düşünmek bile tüm ilkel duygularını açığa çıkartmaya yetti. Akıllarını kaybetmiş, sürekli ters köşeye düştüklerini ispatlayan haberlere imza atmalarının sebebi bu boşalma.
Fenerbahçelilerin istediği tek şey gazetecilik sorumluluğu. İstenen amaca ulaşmak için yalanlar uydurmak yerine somut veriler, hukuk, vicdan ve akıl ile yazmaları. Sadece bir gazeteci ve insan kimliğiyle dönen hukuksuzluğu ve oyunu rahatça görebilirler. Yazamıyorlarsa art niyetliler demektir.
Aksine alay ediyorlar, aşağılıyorlar, "temiz futbol" hikayeleri anlatıyorlar, alenen suç işleseler de oldukça rahatlar. Dünyadaki hiçbir şike operasyonunda federasyonların mahkemesiz karar veremediği ortada iken bir anda cahil kesiliveriyorlar. Yorumcuların çoğu 3 temmuz'dan sonra pek ortalarda görünmedi beklendiği gibi. Ortaya atlayanlar şikeci Fenerbahçe damgasını bastılar, ama hep "Türk futbolu artık temizlenecek" eklemesi ile işi genelleştirerek. Zamanla hedefin sadece Fenerbahçe olduğu ortaya çıktı , polis ve savcının güvenilirliliği yerlere düştü, tablo Fenerbahçe lehine döndü. Hemen genel temizlik laflarından vazgeçip, rotayı TFF üzerine baskı kurmaya çevirdiler. Aynı anda bombardımana başladılar. Nasılsa ülkemizde acele karar verilip 6 ay sonra yanlış çıkarsa unutulur, biz de yırtarız rahatlığıyla... Maksat Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'yi köşeye sıkıştırmak olsun.
Tabi hala Fenerbahçe'nin, zaman aşımına uğramayan son 20 yıl incelensin teklifine cevapları yok!
İşin özeti: Mevzu Fenerbahçe'ye geldi mi savundukları ve temsil ettikleri siyasi,sosyal ve ideolojik kimliklerini anında satıyorlar.
Ve artık ikiyüzlülüğü anlayan insan sayısı artıyor.
Bu omurgasız spor medyası tarikatı yetmezmiş gibi yeni bir tehlike de devreye girdi: siyaset medyası. Gazetelerin tamamı. ..Neredeyse ülkenin tüm yazılı ve görsel basını, mevcut siyasi gücün elinde. Ya direk, ya kendi çevrelerinden gelen 3. şahıslar vasıtasıyla ya da iş adamlarının kuyruğunu sıkıştırarak... Ntv en güzel delili.
Şimdi onlar da operasyon gereği burnunu spora sokunca, ahlaksızlığın sınırı olmayan haçlı seferine dönüştü. Türkiye'de kalan son bağımsız güç, son kaleye yöneltilen siyasi darbenin aktörlüğünü aldılar. Üstelik futbol konusunda bilgisiz oldukları için saçma haberlere imza atıp kendilerini daha da deşifre ediyorlar.
Galatasaray taraftarının stat açılışında TOKI başkanı ve başbakanı yuhalamasını Che-vari anarşist başkaldırı destanına çevirip haftalarca hava atan köşe yazarları, 75-80 bin Fenerbahçelinin hukuk arayışına, siyasi gücün kulüplerine müdahalesine isyanına kalem sallayacak kadar karakterli olamadı.
Cesaret, inandığı ve bildiğini her koşulda dile getirebilmekte yatar. Bu insanların çoğu demokrattır, sol kökenlidir, ülkedeki haksızlıklara ve hukuksuzluğa isyan eden düşünce insanlarıdır. Real-Barca ayrımında Franco faşizmini tartışırlar, Anadolu takımlarının yılmaz bekçileridir, ama onların 2000lerde nasıl veya kim/hangi kulüp tarafından ezdirildiğini asla yazmazlar. İsim veremezler. Fenerbahçelilerin mücadelesine sırtlarını dönerler.
İşte böyle bir kuşatma var. Sadece futbol ve Fenerbahçe değil. Siyaset, ekonomi, hayat, her şeyde...
Hep tekrarlarım. Ya göründüğünüz gibi olun ya da olduğunuz gibi görünün diye...
Ama artık gerek kalmadı. Şu 3 hafta medyanın ne olduğunu herkesin aklına unutulmamak üzere kazıdı.
Paylaş