Paylaş
Kalemi ele alan öyle kafasına göre tarih, siyaset, din üzerine yazamazmış.
Sonra ilk yasaklı kelimeler vagonu gelmiş.
Bu vagonun yükü 50-100 kelime arasındaymış: Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet... Sonra yasaklı kelimeler katarı hızla uzamaya başlamış Halit Ziya Uşaklıgil’in anılarında okuduğumuz üzere:
“Birader diyemezdiniz, bir yanda Sultan Murat, öbür yanda Reşat Efendi vardı.
Tepe diyemezdiniz, Yıldız Sarayı’nın bir tepede kurulduğunu işaret ediyor olabilirdiniz.
Sakal, hele boya demek hemen padişahın boyalı sakalına işaret sayılırdı...”
Ahmet İhsan Tokgöz, su temalı bir makalede kullandığı “çeşme başında dua eden ihtiyar adam” fotoğrafının niye sakıncalı bulunduğunu sansürcü Kemal Bey’e mektupla sorunca şu cevabı almış:
“Bugünlerde kötü düşünceliler o kadar çoğaldı ki, bu güzel resmi Servetifünun’da görür görmez (Hah! Bunu bu biçimde burada yayınladılarsa alttan alta ‘İşimiz duaya kaldı demek istiyorlar’ diye saçmalarlar!)”
Hüseyin Cahit Yalçın’ın Pierre Loti’den İzlanda Balıkçısı’nı çevirirken yaşadığı da trajik ama çok da komiktir.
“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesinin (2’nci Abdülhamid) çok büyük, kuraldışı ve gösterişli bir burnu vardı. ‘Burun’ sözünün onunla alay edilmesi anlamına geleceği kanısına varılmıştı. Ben de bu yüzden İzlanda Balıkçısı’nı çevirirken coğrafyayla ilgili ‘burun’ sözü geldikçe ‘karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri’ diye yazıyordum.”
24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet yeniden ilan edlilir edilmez sansürün kaldırılmasıyla birlikte Türk Basını’nda patlama yaşandı.
Her görüşten, her dilden onlarca, yüzlerce gazete ve dergi çıktı piyasaya.
Fakat özgürlüğün birinci yıl dolmadan ilk gazeteci öldürülmüştü.
Serbesti yazarı Hasan Fehmi’nin katili İttihat ve Terakki tetikçileridir.
Sonrası malumdur kanla yazılmış basın tarihinin.
Sansür sadece kağıt üzerinde kalkmıştır; o günden bugüne her iktidar kendi döneminin sansürcüsü olarak gelir.
Bugün saat 16.00’da “24 Temmuz Sansürün Kaldırılması ve Basın Bayramı” kutlamaları var.
Cağaloğlu’nda buluşulacak, Sultanahmet’e yürünecek.
Bugün aynı zamanda bazı gazeteleri alan okurlar (Cumhuriyet, Evrensel, Özgür Gündem, Aydınlık ve BirGün), bir ekle karşılaşacaklar: Tutuklu Gazete.
Cezaevlerinde yatmakta olan 70 gazeteciden yazı yollayanların katkılarıyla hazırlanmış bir gazete olacak “Tutuklu Gazete.”
Sütunlarında adları ve fotoğraflarının yanında hangi cezaevinden yazdıkları belirtiliyor olacak.
Ahmet Şık, Soner Yalçın, Nedim Şener, Mustafa Balbay “Silivri’den bildirecek” mesela.
Gazetenin fikir babası Bedri Adanır “Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nden bildirecek” mesela.
Liste uzun...
Taraf’tan Aydınlık’a, Zaman’dan Milliyet’e hemen her gazetenin davalara boğulduğu, gazetelerin kapatıldığı, dergilerin uygun görülürse tezgaha çıkabildiği günlerde...
Gazetecilerin görev yapmak için gittiği stadyumdan “Basın dediler, bastık” diye kovalandığı günlerde...
Bazı kitapların yasaklanmasının “bombadan daha tehlikeli” zihniyetiyle aklandığı günlerde...
Aman dikkatli yürüyün arkadaşlar, sansüre/mansüre takılmayın.
Bu haliyle içimize siniyorsa, elbette Basın Bayramı da kutlu olsun.
(Abdülhamid Devrinde Sansür. Cevdet Kudret. Milliyet Yayınları. Ocak 1977.)
Paylaş