Tabii ki isterim Nobel almak, hangi yazar istemez

Pazar günü başlayan Elif Şafak röportajı bugün de devam ediyor. İngiltere’de Timur Çelikdağ tarafından çekilen fotoğraflarda, Şafak romanın erkek kahramanı “İskender”e dönüştü. Elif’in erkeğe dönüşümün videosu da yakında sanal medyada yer alacak. Ama bizi sadece erkek Elif Şafak kesmedi, Cem Talu da onu modacı Özlem Süer’in kıyafetleri içinde ‘Elif’ haliyle görüntüledi...

Haberin Devamı

Romanın ilk cümlesi müthiş, “Benim annem iki kere öldü...”
- Evet, önce bu cümle geldi, ondan sonra roman...

Vahiy gibi mi geliyor... /images/100/0x0/55eaa930f018fbb8f88e99ae
- Evet, bazen kelimeler geliyor, bazen cümleler. Çocukların alfabe küpleri vardır ya, ben de öyle kelimeler diziyorum. Paragraflar yazıyorum. O cümle geliverdi. Sonra onu kovalamaya başladım: “Bu konuşan kim? Bu sesin arkasındaki nasıl bir karakter?” Yine önemsediğim bir başka tema, bir kız çocuğunun abisi tarafından öldürülen annesinin hikayesini anlatması. Bu kız çocuğunun kimi zaman incindiği olmuş, abisini kıskandığı olmuş. Bence aile içindeki bir başka önemli soru da: “Annem, hangimizi daha çok seviyor?” sorusu. “Abimi erkek olduğu için mi kayırıyor?” sorusu. Bu hisle yaşayan bir kızın, aynı zamanda annesini çok seven bir kızın, oturup, bu cinayet hikayesini seneler sonra anlatabilmesi, anlatacak cesareti ve şevki kendinde bulabilmesiydi benim için başlangıç. O ilk cümle, her şeyin çekirdeğiydi...

O cümlenin şehvetiyle mi ikizlik kurgusu geldi...
- Yok. Ben bir yanımı İstanbul’da bırakmıştım, bir yarım da Londra’daydı. Yarı orada, yarı burada bir hayat, belki de budur ikizlik kurgusunun sebebi.

Bu kitapta da tasavvuf telkinleri var. Bu, senin takıntı mı? Her kitabında olacak mı?
- Ben hayatı nasıl okuyorsun, bu ister istemez, yazdığım bütün hikayelere sızıyor. 24 yaşından beri yayınladığım her romanda -ama kendimi tekrar etmeden- muhakkak mistik bir damar, bir efsun vardır, bir sihir var. Benimle beraber gelen temalar bunlar. Çünkü ben hayatı böyle okuyorum. Böyleyse de, bu özelliğim doğal olarak hikayelere akıyor.
/images/100/0x0/55eaa930f018fbb8f88e99b0
Roman, dünyada ve Türkiye’de hâlâ ayakta durabiliyorsa bunu kadın okurlara borçlu

Bu kitap için de oryantalist eleştiriler gelecek...
- Hakiki edebiyat okurundan gelen her türlü eleştiriyi, önemserim, ciddiye alırım. Onun dışındaki klişe eleştirileri dinlemem. Öyle okurlarım var ki, çok uzun zamandır beni okuyor, ve “yazı”ya bakıyor. Yazı üzerinden konuşuyor, yazar üzerinden değil. Bu çok önemli bir ayrım. Yazıya odaklı olanı dinlerim, şahsi eleştiriyi; kişiye, dedikoduya odaklı olanı es geçerim. Çünkü geçmezsem Türkiye’de bir şey yapabilmem mümkün değil. Hepimiz için geçerli bu.

Sen ne umuyorsun bu kitaptan?
- Ben, gönlümde hissettiğim bir hikayeyi anlattım. Ve bunu has okurlarımla paylaşmak istiyorum. Özellik kadın okurlar, benim has okurlarım. Onlarla kurduğum köprü benim için çok önemli. Bunun içinde de her kesimden kadın var, eğitimlisi de eğitimsizi de. Anneannesi de var, torunu da, başörtülüsü de, başı açık olanı da, çalışanı da, ev hanımı da. Ayrım yapmadan kadın okurlarımla olan bağımı önemsiyorum.

Herkes kadınlara yazıyor değil mi?
- Evet çünkü kadınlar daha çok okuyor. Ama roman okuyan erkek okuru da önemsiyorum. Roman bugün dünyada ve Türkiye’de hala ayakta durabiliyorsa bunu büyük oranda kadınlara borçlu.

Senin ne kadar hırsın var dünya işlerine dair. Ne kadar önemli kitabının çok satması, çok dile çevrilmesi, bütün o sıfatlar, ünvanlar...
- Ben bir tek kendi kendimle rekabet ederim. Bir tek kendime dair hırslarım var. Kimseye dair ne nahoş bir şey yazarım, ne konuşurum ne de söylerim. Yazarların birbirleri aleyhine konuşmasından hiç hoşlanmıyorum. O çarkın içine de girmek istemiyorum. Ben, bende olan şeye “hırs” demiyorum, “tutku” demeyi tercih ediyorum. Ve evet yaptığım işi, tutkuyla seviyorum. 8 yaşından beri ben yazmaya aşığım, hikaye anlatmaya, hayal kurmaya, uydurmaya. 40 yaşına geldim, bu tutkuda en ufak bir azalma olmadı.

Nobel alma tutkun...
- Ayşe, tabii ki Nobel almak isterim. Hangi yazar istemez ki?

Şimdi ‘İskender’ hakkında çok titizlenerek konuşuyorum ama bir süre sonra o da eski dostlardan biri olacak/images/100/0x0/55eaa930f018fbb8f88e99b2

“Aşk” gibi, havai fişekmişcesine patlayan ve satan bir romandan sonra gelen roman yazarı endişelendirmez mi?
- Ben her kitaba başlarken, kendimi o kadar, o hikayeye kaptırıyorum ki, bütün benliğimle başka bir yerde oluyorum. Ama bitince de, o artık “eski bir dost” oluyor. Gönlüm, hep henüz yazmadığım hikayede. Şimdi “İskender” hakkında çok titizlenerek konuşuyorum, ama bir süre sonra, o da eski bir dostlardan biri olacak. Yani sorunun cevabı: Hayır endişelenmiyorum!

..KİTAPTAN..

“Benim annem iki kez öldü. Onun hikâyesinin unutulmasına asla izin vermeyeceğime dair kendi kendime yemin etmiştim ama bu konuda yazacak cesareti ya da şevki bir türlü bulamadım. Ta ki şimdiye kadar. Herhalde hiçbir zaman yazar olamayacağım, hani şöyle meşhur bir romancı. Ama bunu dert etmiyorum artık, gam değil. İnsan belli bir yaşa gelince kendi hudutları ve hatalarıyla barışmaya başlıyor. Ben de kendimi olduğum gibi kabullenmeyi öğrendim. Ama annemi anlatmak zorundaydım ? tek bir kişiye bile olsa. Evrenin herhangi bir köşesine, bizden uzaklarda serbestçe salınacağı bir yere göndermeliydim bu hikâyeyi. Hiç olmazsa bu kadarcık özgürlüğü borçluydum beni dünyaya getiren insana. Ve ona dair her şeyi bu sene kaleme almam gerekiyordu. İskender hapisten çıkmadan evvel...”

* * *

Haberin Devamı

“Ben çayları doldururken İskender göz ucuyla seyredecek ? bol demli, bol şekerli hazırlayacağım, tabii eğer hapishanede alışkanlıkları değişmediyse. Sonra irmik helvasını çıkaracağım. Elimizde porselen fincanlar ve tabaklar, iki kibar yabancı gibi pencerenin önünde oturup yağmurun arka bahçedeki begonyaların üzerine yağışını seyredeceğiz. Aşçılığımı övüp irmik helvasını ne kadar özlediğini itiraf edecek ama tabağına biraz daha koymaya kalktığımda nazikçe reddedecek. Annemizin tarifini harfi harfine uyguladığımı, gene de asla onun kadar güzel pişiremediğimi anlatacağım. Aniden susacak. Göz göze geleceğiz; havada ağır, iğreti bir sessizlik. Kendini yorgun hissettiğini ve mümkünse dinlenmek istediğini söyleyerek izin isteyecek. Ona odasını göstereceğim. Sonra usulca kapatacağım kapıyı; ağabeyimin, geçmişin, bir türlü geçip gitmeyenlerin üzerine.

Orada bırakacağım onu. Evimdeki bir odada. Ne uzak ne de gereğinden yakın. Dört duvar arasında, yüreğimdeki bir kutuda duracak; ne sevmekten ne de nefret etmekten vazgeçebildiğim İskender.

O benim ağabeyim.

O bir katil.”

Yazarın Tüm Yazıları