Alın size çiçek gibi bir arabulucu: Cemil Çiçek

4dk okuma

NEDİR Cemil Çiçek’in hususiyetleri?

Haberin Devamı

BİR: İnisiyatif alır.
İKİ: Tarafları bir noktada buluşturabilir.
ÜÇ: Kriz çözme konusunda mahirdir.
DÖRT: Güven verir.
BEŞ: Adil ve kalıcı bir barış planı sunabilir.
ALTI: İkna gücü yüksektir.
YEDİ: Nice krizleri aşmış muazzam bir deneyime sahiptir.
Hatta iddia ediyorum:
An itibariyle Cemil Çiçek’in çıkınında kesin “tahliye edilmeyen milletvekilleri” sorununu çözecek, kimsenin aklına gelmeyen en az “7 çözüm önerisi” vardır.

Sadede geleyim.
Neden bu tür hususiyetleri olan bir ismin, “Meclis Başkanlığı” makamına resmen aday olması, krizi çözecek bir fırsat olarak değerlendirilmesin ki?
Mesela...
CHP, sonu belirsiz direnişinden vazgeçse...
Meclis’e girip Cemil Çiçek’e oy verse...
Yeni Meclis Başkanı Cemil Çiçek de muhalefetten de aldığı gücün hakkını vererek o meşhur kriz çözme yeteneğini konuştursa...
Ve böylece “tahliye edilmeyen milletvekilleri” sorununa kesin ve kalıcı bir çözüm üretilse...
Ne dersiniz?
“Çiçek gibi” olmaz mı?

Şimdi bazıları haklı olarak soracaktır:
“Daha dün ‘Başbakan kaygı duymuyorsa ben neden kaygı duyayım ki?’ diye soruyordun. Bugünse tutmuş, kaygılar içinde soruna çözüm üretmeye soyunuyorsun. Ne iş?”
Ben de sordum bu soruyu kendime...
Çelişkiyi önce “profesyonel deformasyon” meselesiyle açıklamaya çalıştım: Köşe yazarlarında ortaya çıkan “İlle çözüm üretilecek, ille akıl verilecek, ille yol gösterilecek” şeklinde özetleyebileceğimiz deformasyona bağladım olayı.
Ardından da...
İçine düştüğüm çelişkiyi açıklayacak çok daha “kutlu”, çok daha “şık” bir cümle buldum.
O da şuydu:
İnsan yine de kıyamıyor!

Haberin Devamı

Dengecinin kralıyım

CHP’ye vurunca AK Partililer memnun oluyor.
AK Parti’ye vurunca CHP’liler.
Her iki tarafa vurunca ise...
Hem CHP’liler, hem AK Partililer birlik olup basıyorlar çığlığı:
“Seni gidi dengeci seni... Seni gidi dengeci seni...”
İstiyorlar ki:
Ya hep CHP’ye vurulsun...
Ya hep AK Parti’ye...

Yeni başlayanlar için bir kez daha söyleyeyim de belirginlik kazansın:
Her gün fotokopi gibi yazılarla Tayyip Erdoğan eleştirileri yazmadığım için...
Her gün fotokopi gibi yazılarla Kemal Bey eleştirileri yazmadığım için...
Doğruya doğru, eğriye eğri demeye çalıştığım için...
Bana “dengecinin kralı” bile deseniz, iltifat kabul ederim.

Haberin Devamı

Bülent Arınç’a dört soru

BÜLENT Arınç demiş ki:
“CHP Ergenekon’u kurtarma çabası içindedir”.
Bülent Arınç’ın
hem vicdanı, hem de hukuk nosyonu var.
Aşağıdaki soruları ben ikisi için de soruyorum, Arınç dilediği özelliğini kullanarak yanıt verebilir:
BİR: Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal hakkında kesinleşmiş bir ceza var mı?
İKİ: Haklarında kesinleşmiş ceza bulunmayan sanıklar için “Ergenekoncu” demek, yargısız infaza       girmez mi?
ÜÇ: Tutukluluğun sona ermesini talep etmek, yargılamanın sona ermesini talep etmekle eşdeğer midir?
DÖRT: Balbay ve Haberal ceza aldıklarında, milletvekili bile olsalar dokunulmazlıktan yararlanamayarak cezalarını çekmeyecekler mi?

Haberin Devamı

‘Ontoloji’ sözcüğü ya Besli’den ya Çelik’ten

ESKİDEN, çok eskiden...
Yani gençlerin kendilerini “muhafazakâr demokrat” değil de “İslamcı” diye tanıttığı günlerde...
“Ontoloji” sözcüğünü kullanmak modaydı.
Demli çaylar eşliğinde yapılan serbest çağrışımlı öğrenci evi muhabbetlerinde mavracı İslamcının biri, diğerine çıkışırdı:
“Dostum senin ontolojik sorunların var”.
Diğeri de altta kalmazdı bu takılma karşısında.
Şöyle cevap verirdi:
“Ama senin sorunların da hayli epistemolojik”.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın CHP için “Ontolojik sorunları var” dediğini işittiğimde, “varoluşsal krizler” üzerinden geyik çevirdiğimiz gençlik dönemime gittim.
Bir de şuna şaşırdım:
Başbakan Erdoğan, kavramı hayli yerli yerinde kullanıyordu.

Şimdi peşinde koştuğum soru şudur:
Başbakan Erdoğan’ı “ontolojik sorun” kavramından acaba kim haberdar etmiştir?
Bu konuda benim iki adayım var:
Hüseyin Besli ve Ömer Çelik.
Neden mi?
Çünkü hem Besli, hem de Çelik “ontolojik” ve “epistemolojik” gibi kavramların popüler olduğu ortamlardan gelen isimlerdir.

Haberin Devamı

Hayali değil gerçek bir diyalog (2)

Bu kızın Lübnanlı bir sevgilisi yok muydu? Ne oldu ona?
Bana ne?
Gördün mü? İzzet Çapa röportaj yapmış Ayşe ile... Her şeyi sormuş ama bir tek Lübnanlıyı sormamış.
Kime ne?
Sana bir şey söyleyeyim mi? Yaz bir tarafa: Bu evlilik üç ay sürmez.
Sana ne?
Ama pahalı cip... Ama Neco... Ama kanser olan eski eş... Ama yaş farkı... Ama reklam kokan hareketler... Ama... Ama... Ama... Bik bik bik...
Bana ne? Kime ne? Sana ne?
Of... Seninle konuşulmaz zaten... Gerçekten çok sıkıcısın.

Türkçe Olimpiyatı’na gösterilen ilgideki yapaylık

GÜLEN Hareketi’nin dünyanın dört bir yanında açtığı “Türk Okulları”nın bir tür festivalidir “Türkçe Olimpiyatları”.
Şöyle faydaları var bu etkinliğin:
Dünyanın dört bir yanında yürütülen eğitim faaliyetinin sonuçlarını en eğlenceli şekilde ortaya koyuyor.
Gülen Hareketi’ne parasal katkıda bulunanların onurlanmalarına yol açıyor.
Türkiye’nin ve Türklerin “emperyal hisleri”ni okşuyor.
Bu faydalara özellikle bu yıl bir yenisi daha eklendi:
Törende boy göstererek memleketin önemli bir iktidar odağıyla arayı sıcak tutmak...

Düzenleyenlere söz vermiştim, Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış törenine gidecektim.
Son anda vazgeçtim.
Çünkü...
Daha düne kadar “Türkçe Olimpiyatları”na burun kıvıranların, küçük görenlerin, pas vermeyenlerin, uzak duranların bilhassa bu yıl takıp takıştırıp soluğu törenlerde almalarına ifrit oldum.
Onlarla aynı ortamı paylaşmak istemedim.
Türkçe Olimpiyatları’na gösterilen ilgideki yapaylığın bir parçası olmak istemedim.   �

 

 

Yazarın Tüm Yazıları