Türk’ün ifade özgürlüğüyle imtihanı hiç bitmeyecek mi?

HATİP Dicle bir ajansa demeç verir. Bu demeç gazetelerde bir ölçüde çarpıtılarak yayımlanır.

Bir savcı durumdan vazife çıkarır. Hatip Dicle’ye dava açılır. O dava döner dolaşır, mahkumiyetle sonuçlanır. Yargıtay mahkumiyeti onar.
Hatip Dicle milletvekili olmak ister, bağımsız aday olur. Yüksek Seçim Kurulu bu onanmış ve kesinleşmiş mahkumiyet kararına rağmen Dicle’nin milletvekili adayı olarak oy pusulasında yer almasına izin verir.
Seçim yapılır. Hatip Dicle, seçilmesine yetecek oydan da fazlasını alarak seçilir. Avukatları aracılığıyla gider milletvekili seçildiğine dair mazbatasını alır.
Sonra YSK toplanır; Hatip Dicle’nin aslında milletvekili seçilme yeterliğine sahip olmadığını, yani aday bile olamaması gerektiğini kararlaştırır, mazbatasını almış Dicle’nin milletvekilliğini iptal eder, onca vatandaşın oyu çöpe gider.

Bu hadiseye neresinden bakacaksınız?
Dar hukuki açıdan baktığınızda YSK kararı hukukidir ve üstelik yasalara uygundur. Hatip Dicle milletvekili seçilemez.
Burada YSK’ya ilişkin temel arıza, bu kurumun Hatip Dicle’nin durumunu bile bile onun adaylığına izin vermiş olması. Yoksa seçimin yapıldığı 12 Haziran’la YSK kararının alındığı 20 Haziran arasında Hatip Dicle’nin statüsünde herhangi bir değişiklik olmadı.
İşin YSK’ya düşen kötü yönetim tarafını bir an için kenara bıraksak bile, önümüzde çok temel sorunlar duruyor.
Bu sorunların bir numarası, yasalarımızın, en çok da Terörle Mücadele Kanunu’nun ifade özgürlüğünü daraltıcı bir biçimde yorumlanmasına açık kapı bırakması, mahkemelerimizin de bunu alıp hemen öyle en dar yorumuyla karara çevirmesi.
Hatip Dicle bir terör suçlusu değildir. Onun mahkumiyeti ifade özgürlüğüyle ilgilidir. Ve dolayısıyla bir demokrasi ayıbıdır zaten.
Şimdi biz bu ayıbın üzerinde bir yenisini ekledik, seçilmiş bir kişinin milletvekili olmasını da engelledik.
Türk’ün ne ateşle imtihanı biter bu ülkede ne de ifade özgürlüğüyle.
Yoksa Kürt’ün mü demeliydim?

Tayyip Erdoğan da aynı sebeple seçilememişti

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’nin seçilmiş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1997 yılında bir meydan konuşması yaptı. Bu konuşmadaki sözleri nedeniyle o zamanların meşhur ceza kanunu maddesi 312’den yargılandı, ‘Halkı kin ve düşmanlığa teşvik’ten mahkum oldu, mahkumiyeti Yargıtay’da onandı, hapis yattı.
Sadece hapis yatmadı. O zaman yürürlükte olan yasalar uyarınca ömür boyu siyasetten yasaklandı, Belediye Başkanlığı’nı elinden aldılar, onun için ‘Muhtar bile olamayacak’ dendi.
Kurduğu parti 2002’de seçimi kazandı ama Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olmasına YSK izin vermedi, o seçilemedi. Bugün Hatip Dicle’nin başına gelenlerin aynısı Başbakan’ın da başından geçti yani.
Erdoğan için Anayasa ve yasalar değişti, onun seçilebilmesi sağlandı. Ama belli ki yasalar yeterince değişmemiş, yeterince düzelmemiş, bugün Hatip Dicle aynı sebeple milletvekili olamıyor.

Başbakan artık ‘damdan düşenin halinden’ anlamıyor mu?

YILLAR önce İstanbul’da bir Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu toplantısında konuşmuştu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ifade özgürlüğünün sağlanacağı sözünü verirken, ‘Çünkü’ demişti, ‘Damdan düşenin halinden ben anlarım. Ben o damdan düştüm, hapis yattım.’
Aradan zaman geçti, köprülerin altından sular aktı ve aynı Başbakan, ‘Bazen bir kitap bomba kadar tehlikeli olabilir’ dedi.
Ülkemizde hâlâ şeklen Terörle Mücadele Kanunu’ndan ama aslen ifade özgürlüğünü kullandığı için hapis yatan insanlar var. Bu insanların bir bölümü de gazeteci.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı bugün bu durumu savunur halde. Keşke öyle olmasalar, keşke yeniden ‘damdan düşenin halinden anlayan’ insanlar olsalar...
Yazarın Tüm Yazıları