Paylaş
Son zamanlarda AKP’li olduklarını tahmin ettiğim, okuyucularımın bazılarından şöyle bir e-posta alıyorum: “Seçimde kaybedeceksin, bakalım kaybedince ne yazacaksın?”
Önce şunu açıklayayım: Ben seçimlere girmiyorum! Aday değilim. Bugün seçime giren ve TBMM’de temsil edilebilecek kadar oyu alacak partilerden kendime yakın bulduğum da yok.
“Sayımız belli olsun diye” bir partiye oy vereceksem, bu seçimde “500 bin seçmen arayan” TKP’ye oy veririm.
Yani diyeceğim o ki “seçime girmediğim için seçimde kaybetmem ve sonra bunu açıklamak için bir şeyler uydurmak zorunda kalmam” söz konusu değil.
Öte yandan seçimler, bildiğiniz gibi bir spor karşılaşması da sayılmaz. Fenerbahçe yenilince Fenerbahçe taraftarları da yenilmiş olurlar, ama siyasette böyle bir hesap olmaz.
Seçimi seçmen kaybetmez, parti yöneticisi kaybeder. Seçmen demokratik tercihini ortaya koyar, var olduğunu belli eder ve demokrasi de zaten onların da varlığına saygı duyulan bir sistemdir. Ülkeyi yönetenler, sayıları az diye onları görmezden gelemezler, cezalandıramazlar.
Öte yandan kişisel olarak kazananların yanında olmaktansa, kaybedenlerin yanında olmayı tercih ederim.
Küçüklükten beri böyleyim, kovboy filmlerinde de yenileceklerini bildiğim halde Kızılderilileri tutardım! Hayatımda bu durumun tek istisnası Fenerbahçe oldu, bakın bu sene de şampiyon olduk, basketbol erkeklerde de şampiyon olursak bu sene 5’te 5 yapmış olacağız! Yani “kazananlarla birlikte olduğum” tek zemin Fenerbahçe’dir!
1975’ten beri gazeteciyim. Meslek hayatımın son 25 senesinde de yayın gruplarında yönetici olarak çalıştım. 1992’de Hürriyet’in genel yayın müdürü yardımcısı oldum. 1995’ten itibaren 11 yıla yakın süre önce kendi kurduğum Posta ve Radikal gazetelerinde, sonra Milliyet’te genel yayın müdürlüğü yaptım.
Çok başbakan ve cumhurbaşkanı tanıdım. Onlarla ilişkim makamlarına saygının ötesine geçmedi, kişisel ahbaplıklar kurmadım. Tansu Hanım’a da muhaliftim, Mesut Bey’e de. Rahmetli Ecevit ile de, Demirel ile de gazeteci-siyasetçi ilişkisi dışında bir ilişkim olmadı.
Rahmetli Özal’a o zaman yeni yayımlamakta olduğum Tempo Dergisi’nde yanlış bir zeminde muhalefet ettiğim için rahmetli Çetin Emeç ile de küsüşmüştük ki Emeç de Özalcı sayılmazdı, gazeteciydi!
Gazetecinin siyasi ya da ekonomik güç odaklarına muhalif olmasının yararlı ve gerekli olduğuna inanırım. Eleştirmeyen basının olduğu yerde, halk olan biteni çok geç öğrenebilir çünkü.
Yani diyeceğim şu ki, seçim gecesi yüzüm morarmaz! Çıkacak her sonuç benim için makbul sonuçtur, demokrasi budur.
Ben elimden geldiği kadar demokrasinin gelişmesine, kamu çalışanlarının vergisini ödeyen vatandaşlara davranışlarının düzelmesine, çevrenin korunmasına, haksızlıkların ve soygunların üzerine gidilmesine dikkat çekmeye çalışıyorum.
İnsan hakları ihlallerine, gücün zulme dönüşmesine karşıyım.
“Adım Hıdır, elimden gelen budur” diyeceğim ama adım Hıdır da değil, Mehmet Yakup!
Paylaş