Bu köşede bambaşka bir yazı yazmıştım dün. YSK’nın 7’si BDP’nin desteklediği, 12 bağımsız adayın adaylıklarını iptal kararı gündeme bomba gibi düştüğü vakit, yazıyı da iptal ettim.
Çünkü, demokrasi ve Kürt sorununun barışçıl yollardan çözüm çabalarının bağrına bir hançer saplanmıştır. Bu hançeri YSK saplamıştır. Bu, herhangi bir basit karar değil. Ülkenin yakın geleceğini karartma sonucu doğuracak, “siyasi” nitelikte bir karar. Bir şey değilse, “hukuki” değil. Bu, “hukuki” bir karar değil. Karar gerekçesinin, geçmiş mahkumiyetler olduğu ileri sürülüyor. Nasıl şey bu? Karara konu olanlardan ikisi, BDP eş başkanı Gültan Kışanak ile Sabahat Tuncel, zaten milletvekili. 2007’de milletvekili seçilmiş, gelmişler. “Geçmiş mahkumiyetler” gerekçesiyle, 2011 yılında seçimlere girmeleri nasıl engellenebilir? Nasıl “hukuki” olabilir böyle bir karar? İler tutar tarafı yok. Düşünebiliyor musunuz, “darbecilik” iddiası ile Ergenekon davasından tutuklu ve sanık bulunan isimler, CHP listelerinden aday olabiliyor, zaten yüzde 10 barajı ile önlerine akıl almaz engeller dikilmiş BDP’liler ve BDP’nin destekleyeceği isimler “bağımsız aday” bile olamıyorlar. Bu ülkenin “demokratik vicdanı”nın kabul edebileceği bir şey mi bu? Bin dereden seksensekiz tane mevzuat açıklaması getirseniz, kabul edilmez. Vicdanlarda mahkum olan hiçbir hükmün “hukuki değeri” de olamaz. Yoktur. Başbakan ve Ak Parti tavır almak zorunda YSK’dan kuşkusuz iktidar partisi, yani Ak Parti sorumlu değil. YSK, yargının bir parçası sayılıyor. İşin ilginç tarafı, Ak Parti’nin herhangi bir şekilde nüfuzunu gösteremediği bir parçası yargının. Daha birkaç gün önce, Ak Parti’nin istekleri hilafına, yurt dışında oy kullanma imkanlarını da geri çevirmişti. Ancak, daha bir kaç gün önce, seçim beyannamesinin başına “insan odaklı, özgürlükçü bir anayasa” vaadini yerleştiren Ak Parti ve genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın, ülkenin demokratik geleceğine hançer gibi saplanan böyle bir karar karşısında suskunluğunu koruması ya da “yargıya karışamayız” basmakalıp bahane söyleminin altına girip saklanması da olmaz. Tayyip Erdoğan’ın iktidarının devamının da, garantisinin de “güvencesi”, demokrasinin kendisidir. Demokrasinin geleceğinin böyle bir YSK kararı ile mayınlanmasına bigane kalamaz. Başbakan, dün, “Bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur, benim Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır. Bu ülkede Kürt kardeşlerimin istismarı vardır, ama bu oyuna onlar da gelmeyecek, bu oyunu bozacaklar. Kurulan tezgah budur. Diyorlar ki, Ak Parti Güneydoğu’da Kürt orijinli olan adayları, Kürtlerin meselelerini sorun yapmayanlar çekti. Ya cehaletleriyle konuşuyorlar ya da bilmiyorlar. Biz oradaki sorunlara vakıf arkadaşlarımızı aday yaptık ve inşallah o sorunları bu arkadaşlarımızla beraber gece gündüz çalışmak suretiyle çözmeye devam edeceğiz” demişti. Bu sözleri YSK kararından önce, onunla hiç ilgili olmayan bir bağlamda söyledi. Ama, önüne kocaman bir sorun YSK tarafından çıkartıldı. Bu sorunu aşmak için harekete geçmek zorunda. TBMM yerine “dağa” davetiye kararı Bu ülkede “Kürt meselesi” artık var mıdır, yok mudur, “mesele” Kürt kardeşlerimizin meselelerinden mi ibarettir; bunu bol bol tartışırız. Ne var ki, tartışma götürecek husus şudur: Kürt siyasetinin “dağdan inmediği”, inebilmesi için siyaset kulvarlarının açılmasının gerektiği bir dönemde, TBMM zemininde siyaset yapmak isteyen, yüzde 10 barajı nedeniyle “bağımsız” olarak seçim yarışına girenlere bile engel çıkarılırsa, bunun siyasal anlamı ve sonuçları olur. BDP, “yasal yollar tıkanmıştır” dediği anda, bu hüküm, binlerce Kürt gencinin dağların yolunu tutması teşviki anlamına gelir. YSK kararı, bu yönüyle, Kürtlere “TBMM’ye gelmeyin; dağlara gidin” davetiyesi demektir. Tam da bu yüzden, YSK kararı, “siyasi sonuçlar” üretmeye ve demokrasinin bağrına hançer saplamakla eş anlamlı bir karardır. YSK’nın bu kararından sonra, “yargı reformu” ve “yeni anayasa”nın ne kadar vazgeçilmez ihtiyaçlar olduğu daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, yüzde 10 barajının da mutlaka kalkması zorunluluğu da. Yüzde 10 barajı, koalisyon hükümetlerine yol açarak “yönetimde istikrarı” bozan bir etki potansiyeline sahiptir. Ancak, “temsilde adalet”in sağlanamaması da, ülkeyi aynı şekilde yönetilemez hale getirme potansiyelini taşıyor. Ne yapıp edip, YSK kararının düzeltilmesi sağlanmalıdır. Aksi halde, seçim “şaibeli” duruma düşer, o seçim sonucunda oluşan parlamento, “demokrasi üzerine düşen gölge”yi asla kaldıramaz. “Türkiye 2023”, bir stratejik proje olmaktan çıkıp, “hayal” haline gelir.