Paylaş
Şöyle yazdı Mehmet Barlas:
“Ben onu Anadolu ile Mezopotamya kültürlerinin izdüşümündeki eşsiz bir yorumcu olarak dinledim. ‘Fırat’ı da ‘Akdeniz Akşamları’nı da aynı coşku ile söylerken, nehrin de denizin de sularının sesini duyar gibi oldum.”
Ben de öyle.
Sabuha...
İlk karşılaşmamız, -yüzyüze değil- 1970’li yılların ikinci yarısında Fenerbahçeli futbolcu Cemil Turan’ın jübilesi münasebetiyle idi. Jübile maçı başlamadan önce bugünkü İnönü stadının zeminine İbrahim Tatlıses, metreler uzunluğundaki bir kordona bağlı mikrofonla çıktı. Koskoca sahayı tribünler arasında koşarak şarkı söyleyerek geçiyordu. “Sabuha” söylüyordu. Metreler boyu koştuktan sonra geldiği tribünün önüne diz çökerek, başını göğe kaldırarak “Sabuha”nın nakaratını haykırıyordu.
O ne ciğerdi öyle. O ne yorumdu. “Sabuha”yı başka hiç kimsenin tarih boyunca öyle söyleyemeyeceğini aklımdan geçirirken, onu haykıran adama insan üstü bir yaratıkmış gibi bakakaldığımı hatırlıyorum.
Çok geçmeden ünü sınırların ötesine yayıldı. 1980’li yıllarda Hacıdakis ile Theodorakis’in, Ksarhakos’un besteleriyle, Maria Farandouri’den Parios’a, Haris Aleksiyu’dan Yorgo Dallaras’a kadar büyük icracıların sesleriyle sallanan, Stelyos Kazancidis’den Çiçanis’e uzanan müzik ustalarıyla yetişmiş Atina’da da İbrahim Tatlıses rüzgarı esiyordu.
Atina bile İbrahim Tatlıses diyorsa, o, birşey demekti.
Kudüs’te taksi şoförünün benim Türkiye’den geldiğimi bilmeden ve öğrenmeden İbrahim Tatlıses dinlediğini görünce şaşırmış, Arap olup olmadığını sormuştum. “Hayır Yahudiyim” dedi, İsrailli taksi şoförü. “İbo” diyor başka bir şey demiyordu.
Türkmenistan’da efsane Türkiyeli Arap-Kürt
1990’lı yılların başlarında, Aşkabad’da Türkmenistan Cumhurbaşkanı ile randevuyu beklerken, süre uzayınca korumaları Türkiye’den getirttikleriİbrahim Tatlıses dvd’lerini televizyon ekranına yansıttılar. Vakti, İbrahim Tatlıses dinleyerek kullanmak istiyorlardı.
İçlerinden biri, “Türkmenistan’da en sevilen sestir” dedi ve gururla ekledi, “Öğrendik ki, aslı Türkmen’miş.”
“Öyledir” dedim.
Yanımdaki sevgili dostum, kuvvetli bir Kürt kimlik bilincine sahip tanınmış foto muhabiri Ramazan Öztürk çok sinirlendi, “Abi” dedi “Sen de böyle yaparsan! Kürt o, Kürt!”
“Kızma” dedim, “Kürt ise, buralarda Türkmen sanılmasından özellikle mutlu olmalısın. Efsaneleşen isimleri, herkes sahiplenmek ister. Köroğlu gibi, Nasreddin Hoca gibi. Bu geniş coğrafyanın her yerinde, onlar oralı gibi anlatılır. Demek ki, İbrahim Tatlıses de efsaneleşmiş. Onu Türkmen sanan bu insanlara bir tür hayal kırıklığı yaşatmanın ne gereği var? Bırak, Aşkabad’da İbrahim Tatlıses, Türkmen oluversin.”
Bir gün sordum İbrahim Tatlıses’e kökünü. Yanlış hatırlamıyorsam, babası Arap, annesi Kürt imiş. Bir tarafı Urfa, diğer tarafı Adıyaman’ın Besni’si –yoksa Kahta mı idi?-. Ya da tam tersi miydi?
Neyse ne, o, gerçekten tam da Anadolu ile Mezopotamya kültürlerinin izdüşümünün, büyük uygarlıkların, derin kültürlerin kesiştiği toprakların günümüze miras bıraktığı ve toprak üstüne çıkarttıkları sesleriydi.
O nedenle, “eşsiz yorumculuğu” ile beslenen o yüzyılların birikmiş özel sesi, Türkiye sınırlarını da aştı. Ve, Mezopotamya-Anadolu merkez üssünün çevresindeki geniş mahallenin her köşesi, onu, kendisinin saydı.
Bodrum’daki Frank Sinatra ötesi
Bodrum yarımadasının pek bilinmeyen bir köşesindeki, bir sitede tatil vakitleri karşılaşırdık. Bir gece sitenin tek ılgın ağacının altında verdiği mini konserin dağılışında karşılaştık. Ben siteye gelmiştim, o da ayrılıyordu. Ayaküstü sohbet ettik. Sitenin ucundaki bir evi işaret etti. Orasını satın almayı tasarladığını söyledi.
Ertesi gün, çoğunluğu Ankaralı bürokratlardan oluşan site yayılan “kötü haber”den dehşete düşmüştü. İbrahim Tatlıses, siteden ev alacaktı ha. “İbo”nun o niyetinin sorumlusu benmişim gibi, parmaklar beni işaret ediyor, herkes beni göstererek fiskos yapıyordu.
Aralarından birine takıldım, “Fena mı” dedim, “İbrahim Tatlıses, buraya gelirse, herbirinizin evinin değeri artar...”
“Niye mi? Kafanızı çalıştırın, Frank Sinatra, nerede ev alsa, civardaki evlerin değeri yükselirdi.”
“Ne ilgisi var” dedi Ankaralı bürokrat, dudak bükerek, “Frank Sinatra’nın kim, İbrahim Tatlıses kim?”
Altın vuruş şansını ele geçirmiştim, “Siz Frank Sinatra’yı ne zannediyorsunuz. Unutmayın, o bir İtalyan-Amerikalıdır ve Amerika’daki İtalyan asıllı mafyayla bir sürü irtibatı olmuştur. Ve, çok büyük bir sanatçı, büyük sestir. İbrahim Tatlıses, bu toprakların Frank Sinatra’sıdır. Hatta daha da ötesi.”
Eşsiz yorumcu, büyük ses
O günlerde bir gün Mehmet Barlas’ın Bodrum’daki yazlık evinde karşılaştık. Mehmet’in Türkiye’ye henüz gelmiş ipod’undan klasik Türk musikisini bütün makamlarını anında bilerek dinliyor, o şarkıları ipod ile birlikte yorumluyor; bir yandan da bizlere hayatımda yediğim en lezzetli patlıcanlı kebabı hazırlıyordu.
Şu anda başına isabet eden kurşunun hangi tetikten, niçin çıktığıyla ilgili haberlerle pek ilgilenmiyorum. Çünkü, benim için o, hep “büyük ve gurur verici kültür ikonumuz” olarak kalacak.
Çünkü, o, “Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin izdüşümündeki eşsiz bir yorumcu”, bir büyük sestir. Öyle ki, “Fırat’ı da, Akdeniz Akşamları’nı da aynı coşku ile söylerken, nehrin de denizin de sesini duyar” gibi hep dinleyeceğiz onu...
Paylaş