Paylaş
Hey! Sizler...
“F tipi” hapishanelere “Tecridi getiriyor!” diyerek itiraz edenler! Ve sırf bu nedenle “F tipi”ne karşı ölümüne mücadele verenler!
Hey! Sizler...
Avrupalı ağabeylerinizden Abdullah Öcalan’ın bile tecrit edilmemesi gerektiğini öğrenerek İmralı’ya Öcalan’ın kafa dengi birkaç mahkûm gönderenler!
İşitiyor musunuz?
Silivri Hapishanesi’nden “Tecrit... Tecrit... Tecrit...” sesleri yükseliyor.
* * *
İşte bakın:
Bir akşam vakti Silivri Cezaevi tutuklularından Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan’ı ayırmışlar.
Balbay’ı ayrı, Özkan’ı ayrı hücreye koymuşlar.
Her ikisini de kelamsız, insansız, konuşmasız, yani sessiz bir sürece mahkûm etmişler.
Ve böylece ortaya “tartışmasız” bir tecrit uygulaması çıkmış.
Madem “tecrit”, bir insanlık suçudur. Madem “tecrit”, hapse koyularak cezalandırılan birinin ikinci bir cezaya tabi tutulması anlamına gelir.
Madem “tecrit”, ölümüne mücadele edilmesi gereken esaslı bir insan hakkı ihlalidir.
Madem “tecrit”, düşmanın bile başına gelmemesi gereken bir zulümdür.
Madem “tecrit”, Abdullah Öcalan’a bile reva görülmemesi gereken bir işkencedir.
O halde...
“Ama bana Ergenekoncu derler” falan diye ürküp sessizce geçiştirmek yerine...
Kalkıp bir ses verin.
Neydi bizim ahlak ilkemiz?
Mazluma kimlik sorulmaz.
O zaman söyleyin bakalım:
Mazluma kimlik sorulmayacağına göre tecride uğrayana kimlik sorulur mu?
Gazetecilerle telefonda konuşmak istemiyorum
- ÇÜNKÜ: “Telefonlar dinleniyor” muhabbetinin ayyuka çıkmasının ardından telefon konuşmalarında muhataplarını bir tarafa bırakıp “dinleyen şahsa” mesaj vermeye çalışıyorlar.
- ÇÜNKÜ: “Bu Ergenekon saçma bir şey” dedikten hemen sonra mutlaka araya “Ben aslında Tuncay Özkan’dan nefret ederim” lafını sıkıştırıyorlar.
- ÇÜNKÜ: Başbakan Tayyip Erdoğan’a esaslı bir şekilde laf çaktıktan hemen sonra “Ama Allah için hitabeti iyi” tarzında bir övgü cümlesiyle durumu dengelemeye çalışıyorlar.
- ÇÜNKÜ: Darbe iddialarının fasarya olduğunu söyledikten hemen sonra mutlaka “Yanlış anlaşılmasın, ben darbeye karşıyım” vurgusu yapmayı ihmal etmiyorlar.
- ÇÜNKÜ: “Cemaat” konusu açıldığında ya derin bir sessizliğe gömülüyorlar ya da konuyu değiştiriyorlar.
- ÇÜNKÜ: Hükümete verip veriştirdikten hemen sonra “Bu CHP’den bir numara olmaz” cümlesini mutlaka sözlerinin sonuna ekliyorlar.
- ÇÜNKÜ: “Ne diyorsun bu işlere? Soner’i de içeri aldılar” diye başlayan bir muhabbeti mutlaka “Soner’in günahları” konusuna getirmeye özen gösteriyorlar.
- ÇÜNKÜ: Medya dedikodusu yaparken birdenbire “Zaman Gazetesi muhteşem bir gazete” diye bir lafı araya sıkıştırıyorlar.
- ÇÜNKÜ: Laflarını tartıyorlar. Samimiyeti bırakıyorlar. Mavra yapmıyorlar. Konuştukları her cümlenin, bir gün karşılarına çıkacağından emin bir şekilde konuşuyorlar.
‘Erbakan sonrası’ diye bir şey var mı?
SİZ bakmayın “Erbakan sonrası senaryolar” başlıklı ahkâmlara...
“Erbakan sonrası” diye bir şey yok.
Şu nedenle...
Erbakan, siyasi hayatı boyunca “Milli Görüş” hareketini yenilemiş, hep bir çıkış noktası bulmuş bir isimdi.
Ta ki 28 Şubat’a kadar.
28 Şubat’ta Erbakan, öyle bir sendeledi ki...
İlk defa kendini yenileyecek bir çıkışı yapamadı.
Onun yerine beklenen değişim ve yenileme çıkışını Tayyip Erdoğan ve arkadaşları yaptı.
Onların tartışmasız bir başarıyı yakalamalarıyla birlikte Erbakan, siyaset sahnesinin “hesaba katılır” bir figürü olmaktan çıktı.
Bu nedenle “Erbakan sonrası” diye bir şey yok.
* * *
Eğer “İyi ama cenaze törenine katılan muazzam kalabalık da mı Erbakan sonrası siyaset hesapları açısından bir anlam ifade etmiyor?” diye sorarsanız...
Size cevabım:
“Evet, etmiyor” şeklinde olur.
Çünkü Erbakan’ın cenaze törenine katılanlar, yeni bir siyasi hareketin umuduna falan işaret etmiyorlardı. Sadece içinden çıktıkları bir davanın eski kurucu önderine son görevlerini yerine getiriyorlardı.
Yani o kalabalık, yarına yönelik bir atılım yapmıyor, düne yönelik bir nostalji yapıyordu.
Erdoğan’a kıraat notu
BAŞBAKAN Erdoğan, Erbakan’ın evine taziyeye gitmiş ve orada Fatiha Suresi’ni okumuş.
İnternette, işte bu olayın görüntüsü dolaşıyor.
Yer gerçekten de Erbakan’ın evi mi, emin değilim ama Kuran okuyan zatın Erdoğan olduğundan eminim.
Bu durumda bir imam hatipli olarak Erdoğan’a bir “kıraat notu” verebilirim:
BİR: Tecvit kurallarının hakkını vermiş. Bir tane bile falsosu yok.
İKİ: Sesi güzelmiş.
ÜÇ: Bir makam tutturamıyor ama musiki duygusu var. En azından kafayı gözü yarmıyor.
DÖRT: Ayınları çatlatmada hüner sahibi...
BEŞ: Türklerin çıkarmakta zorlandıkları harf olan “Ha” harfini, neredeyse bir Arap gibi çıkarmayı başarıyor.
ALTI: Gırtlağını kullanma konusunda hayli hüner sahibi.
Musa’nın çocuğu, Yemuş’un oğlu
ABDULLAH Gül’e “Ermeni kökenli” diyen kitap yazıldı.
Tayyip Erdoğan’ın Yahudi olduğuna dair kitap yazıldı.
Bülent Arınç’ın “Musa’nın çocuğu” olduğunu söyleyen kitap yazıldı.
Ve en son...
Kemal Kılıçdaroğlu hakkında “Dersim Ermeni’si Yemuş Hanım’ın Oğlu Çarkçı Kemal” başlıklı bir kitap yazılmış.
* * *
Bu aşağılık ırkçılığın, bu pespaye faşistliğin, bu hayâsız yaklaşımın prim yapması, şu üç nedenden dolayıdır:
BİR: Bu topraklarda şu ana kadar herhangi bir liderin, kendisine “Ermeni” denmesi karşısında “Evet, ben Ermeni’yim... Var mı diyeceğin?” diye bir karşılık verme cesareti gösterememesinden dolayı...
İKİ: “Ermeni” ya da “Yahudi” ithamına maruz kalanların, sanki kendilerine hakaret ediliyormuş gibi davranıp derhal sülalelerinin şecerelerini çıkarma gereğini duymalarından dolayı...
ÜÇ: Toplumun önemli bir bölümünün, “Ermeni kökenli” ya da “Yahudi kökenli” olmayı suçmuş gibi yansıtanlara prim vermelerinden dolayı...
Paylaş