Paylaş
Murat her pazar günü orada harikalar yaratıyordu.
Hürriyet’teki o sayfa, Türkiye’de popüler tarih konusunda bir milat gibiydi.
Herkes onun yerine bir başka popüler tarihçiyi getireceğimizi tahmin ediyordu.
Bense hiç öyle düşünmüyordum. Murat’ın yerini doldurmak mümkün değildi.
Kimi koysak, hep Murat Bardakçı’nın yaptığı sayfa ile karşılaştırılacak ve bundan yenik çıkacaktık.
O nedenle sayfanın konseptini değiştirmeye karar verdim.
Öyle birini bulmalıydım ki, yaptığı iş mükemmel olmalıydı, Murat Bardakçı ile aynı kulvarda koşmamalıydı.
* * *
İşte o günlerde aklıma Soner Yalçın geldi.
Arayıp ona bu sayfayı teklif ettim.
Kabul etti.
Beni ilk arayan kişi rahmetli Ufuk Güldemir oldu.
“Fevkalade isabetli bir karar almışsın. Seni tebrik ediyorum” dedi. Soner, Ufuk’un en beğendiği gazetecilerden biriydi. Uzun yıllar birlikte çalışmışlar ve olağanüstü başarılara imza atmışlardı.
Sonra öğrendim ki Soner, benimle konuştuktan sonra Ufuk’u arayıp fikrini sormuş.
O da, “Hemen kabul et. İşte Ertuğrul budur” demiş.
Daha başladığı günden itibaren yeteneğini ve farkını gösterdi.
Murat gittiği yerde yine çok güzel işler yapmaya devam ederken, Soner, tamamen farklı bir konsepti benimseyerek, birbirinden güzel portreler ve olaylar yazdı. .
Hürriyet’te çok sadık bir okura sahip oldu.
* * *
Evinin arandığı haberi cep telefonuma geldiğinde, Paris’te Dünya Editörler Forumu’nun (WEF) yönetim kurulu toplantısındaydım.
Bunu hemen duyurdum.
Buz gibi bir hava esti.
Önümüzdeki sonbaharda Viyana’da yapılacak olan kongrede, “Basın özgürlüğü üzerindeki yeni tehditleri” ele alan bir panelin düzenlenmesi fikri ortaya atıldı.
Odatv’ye yapılan polis baskını ve dört gazetecinin gözaltına alınması, bu meslekte vicdanını hâlâ koruyan herkesi derinden etkiledi.
Ülkemizin özgürlükler bakımından zaten sakatlanmış görüntüsünü daha da aşağı çekti.
Bu gözaltına, hem Soner hem de mesleğimiz adına çok üzüldüm.
Olay hakkında yazılanlara bakınca şunu da gördüm.
Mesleğimizde vicdanını tamamen kaybetmiş kişi sayısı sandığımız kadar fazla değilmiş.
Sayıları azdı ama içlerindeki kin o kadar büyüktü ki, o da beni korkuttu.
Hepsi beyaz atlara binip gittiler
RTÜK Kanunu Meclis’ten geçerken, nehir kenarındaki sandalyemden şöyle bir doğruldum.
Suların geldiği tarafa, 10 yıl öncesine baktım.
O öfkeli arkadaşları, mangalda kül bırakmayan o “Radyo televizyon özgürlüğü şampiyonlarını” hatırladım
Ne diyorlardı?
Radyo televizyon sahipleri başka iş yapmasın. Devlet ihalelerine giremesin. Maskeli sahiplik devam etsin.
Ne diyorlardı?
RTÜK Kanunu’nda yapılacak her değişiklik Aydın Doğan’a yarar.
Ne diyorlardı?
Yabancıların payları yükseltilmesin.
Şimdi o arkadaşlara soruyorum.
Neydi o efelenmeler, dümdüz gitmeler, galiz küfürler.
Attığınız iftiralar, ettiğiniz hakaretler.
Güya televizyonda ifade özgürlüğünü savunur gibi yapıp kin kusmalar.
RTÜK Kanunu bir gecede değiştiriliyor bu arkadaşlardan çıt yok.
Şimdi hepsi ülkenin en büyük işadamlarının televizyonlarında çalışıyor.
Enerji ihaleleri, her türlü özelleştirme ihalesi gırla gidiyor.
Merak ediyorum, nerede o davudi sesler.
Yoksa hepsi beyaz atlara binip gittiler mi.
Diyorum ya;
Nehir kenarı iyidir.
Yargının, vicdanın, aklın tutulduğu yerde, nehir kenarı “bir gün mutlaka adaletinin” kutsal bahçesi haline gelir.
Orada sakin şekilde oturduğunuz zaman, geçmiş haksızlıkların o sularda nasıl yıkandığını görürsünüz.
Bu da size, bugünkü haksızlıklar ve vicdansızlıklar için dayanma gücü verir.
Paylaş