Paylaş
“Bu anda ne düşmek dalgalara; ne kavga, ne hürriyet, ne karım” diye devam eder.
Ben de öyle yapacağım. Gerçi şükür, dün sabah mahpus avlusunda volta atmadım.
Olsun, yine de bugün ne Mısır, ne “kağıttan kaplan”, ne de “Kuzey Kıbrıs Ekmek Elden Su Gölden Türk Cumhuriyeti” umurumda, yalnız balıktan söz edeceğim.
EFENDİM, geçen pazar öğlen vakti hava hayli serinceydi. Fakat günlük güneşlikti.
Canım çok fena halde palamut çektiğinden de mutlaka balıkçıda yemek istedim.
Oysa cigara belâsına illâ açıkta oturmamız gerekecek. Dolayısıyla allem ettim, kallem ettim ve “sarıp sarmalanırsın, olmadı şal isteriz” diyerek önce refakatçimi kandırdım.
Tabii öyle Boğazlar’a, Adalar’a, Modalar’a değil iki adımlık mahalle mekânına gittik.
Yarım kadeh aslan sütü, kıvırcık salata ve de tabii gelsin takoz dilim palamut ızgara!
Şımarıkların “bayağı”(!) addettiği bu balık en sevdiğim deniz taamını oluşturur.
ÖYLEDİR ama bu mevsim tatmak nasip olmamıştı. Ben tava ve ızgara tercih ederim.
Fakat ikisinde de ev Eminönü’nün filika balıkçısı gibi kokuyor. Çarşaflara bile siniyor.
Üstelik fiyatlardan haberiniz var mı?
Vonozun, hadi abarttım diyelim ama Çingene palamudunun bile az kabacası el yakıyor.
Geçen cuma Kadıköy pazarına uğradım ki tanesi onbeş liradan aşağısını bulamadım.
Üstelik gaflete düşüp, zaten etiketini koymaya bile cesaret edemedikleri yerli torik ve müstesna kırlangıcın kilosunu sordum. Birincisi tam ellibeş, ikinci ise tam atmışbeş papeldi.
Hadi kalk da lâkerda kur! Veya mayonez çırp! İnsan donunu satsa ancak kılcık yalar.
İnsaf, sanki şehir yarımadamızın üç cephesini çevrelemiş iç denizlerin ürününü değil de ta Bahr-i Hazer’den ithal edilmiş “Beluga” havyarını ağzımız sulanarak temaşa eyliyoruz.
AMA yetti! Yetti, çünkü biz göz göre göre denizi kuruttuk. Kerbelâ’ya çevirdik.
Üstüne bir de devlet kredisi vererek sırf okyanusta kullanılan dev teknelerle donandık.
Onlar da zaten üç kulaç satıhlı sularımızı hayâsızca, arsızca ve vahşice talan ettiler.
İşte, bereket mazisinde mavna mavna atılan uskumruyu Norveç’ten ithal ediyoruz.
İşte, daha ucuz olduğu için “Kuzey Denizi” tabelalı “fast food” dükkânlarında Alaska ’nın, Kamçatka’nın, Behring’in deryalarında dondurulmuş yaban balıkları zıkkımlanıyoruz.
Ve işte Karaköy’ün, Üsküdar’ın, Beyoğlu’nun tezgâhları önünde ve de tam mevsimi olmasına rağmen utana sıkıla o “bayağı” (!) palamudun fiyatı soruyoruz.
Kesemiz elvermediğinden de yüzümüz kızararak ya sebil hamsiye, yahut tatsız tuzsuz ve yamyam besiniyle semirtilmiş “pisikültür” levreğine, çipurasına, somonuna fit oluyoruz.
OYSA evet yetti! Zaten bunun içindir ki çevreci yobazlıkla, hele hele “Greenpeace”le hiç aram olmasa bile aynı örgütün başlattığı kampanyayı cân-ı gönülden destekliyorum.
http://www.kacsantim.org adresinden katılabileceğiniz bu kampanyada tür boyutlarını gösteren ve üzerinde “sizin balık kaç cm?” ibaresi bulunan bir karton cetvel dağıtılıyor.
Öyle ya, “sizin balık kaç cm?” Üreme mevsiminde de denizi kazıyanlar ve soyanlar sayesinde ancak servet dökerek tabağınıza koyabildiğiniz şu bebe balıkçığın cüssesi ne kadar?
Mezgit serçe parmağı kadar uzayabilmiş mi? Levrek istavrit boyuna bile gelebilmiş mi? Kalkan hiç olmazsa pisi genişliğine yaklaşmış mı? Lüfer çinokopa dahi ulaşabilmiş mi?
Ne gezer, teknesi heyula, trolü ejderha ve iştahı obur katillerden dolayı belki gelecek mevsim bu mikroskobiklerini bile bulamayacağınız yavruları tüketiyoruz ki, afiyet olsun!
Hayır olmasın, deniz katliamı derhal durdurulmadığı takdirde balık bize zıkkım olsun!
Paylaş