Paylaş
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı rahmetli Güven Erkaya, 1970’lerden itibaren tanıdığım ve çok değer verdiğim bir askerdi. O ünlü “...Artık dönem Silahsız Kuvvetler dönemidir, Silahlı Kuvvetlerin dönemi değil...” sözü ona aittir. Laiklik konusunda müthiş bir duyarlığı vardı. Demokrasiye inanan askerlerden biriydi.
28 Şubat geçmiş, onun icadı olan Batı Çalışma Gurubu’nun kamuoyunda estirdiği rüzgarlar dinmiş ve Erkaya da emekli olmuştu. Zaman zaman buluşur konuşurduk. Bir defasında, 28 Şubat’ ta hiç darbe tehlikesi yaşanıp yaşanmadığını sordum.
Aramızda, hiç unutmayacağım şu diyalog geçti:
“...Askerin artık darbe yapması imkansızdır. Genelkurmay da – istense dahi- silahlı bir müdahale yapılamayacağını bilinir...”
- Peki, o zaman darbe imaları, tehditleri boş muydu? Tankların yürütülmesi, yapılan sert açıklamalar neydi?
- Hayır, tehdit değildi. Sizlerde (medyayı kastediyordu), dinci kesimlerde ve genel olarak kamuoyunda askerin istediği anda siyasete müdahele edebileceğine dair öylesine bir inanç vardı ki, işte biz bundan yararlanmak istedik. Dincilerin bu korkularını kullandık. Bu sayede de, Erbakan hükümetinin istifasını sağladık. Yoksa darbe yapamazdık. Yapmayacaktık ta...
1998-99’lardaki bu konuşmaya önceleri pek inanmamıştım. Sonradan, emekli Büyükelçi Taner Baytok’un Erkaya ile yaptığı söyleşilerden oluşan kitabında da aynı cümleleri okudum.
Şimdi geri dönüp bakıyorum da, Erkaya meğer doğruyu söylemiş.
Süheyl Batum’un “...Asker kağıt kaplanmış...” sözleri bu anımı yeniledi.
Şimdi anlıyorum ki, kağıttan kaplan olan asker değil, siyasilermiş... Hiçbir siyasetçimiz aslan gibi ortaya çıkıp HAYIR diyememiş. Hemen korkuvermiş ve sipere girmiş. Geçmişimizi giderek daha sağlıklı şekilde inceleme olanağımız oluyor ve her olayda, asıl sınıfta kalanların siyasetçilerimiz olduğunu daha çok ortaya çıkıyor.
* * *
KIBRIS’I ASIL BÖYLE KAYBEDİYORUZ...
Kıbrıs’taki kargaşa ilk defa yaşanmıyor.
Hatırlayacaksınız, Annan Planı öncesinde, 32. Gün programında üniversite öğrencilerinin “Bıktık artık Türkiye’den...” sözleri, yıllardır saklanan bir gerçeği ortaya çıkarmış, Ankara birbirine girmişti.
Kıbrıs’ta, Türkiye’nin tutumu ne zaman eleştirilse, Ankara’dan hemen “Nankörler, bunları hem kurtardık, hem de bakın bize hakaret ediyorlar...” tepkisi çıkar.
Bunun yerine, neden protesto ettikleri soruşturulmaz.
Son gösterileri düzenleyen, Öğretmenler Semdikası ve Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası, Türk düşmanı insanlardan oluşmuyor ki...
Bir defa olsun, bu iki sendikanın başkanlarına, Güven Varoğlu veya Ahmet Kaptan’a acaba soran oldu mu ?
Rahatsızlıklarının nereden kaynaklandığı araştırıldı mı ?
Hayır.
Kıbrıs bizim arka bahçemiz olduğundan dolayı, tepeden bakmaya alışmışız.
Onlar protesto edemezler!
Daima bize şükran duymalılar!
Yanlışımız da buradan kaynaklanıyor.
Unutmayalım ki , bugün oradaki çarpık düzenden şikayet etmeye hakkımız yok. Zira o düzeni de biz kurduk. Eğer Kıbrıs memurlar cenneti ise, yardımlar har vurup harman savruluyorsa, bunun sorumlusu da yine bizleriz.
İyi yönlendirildikleri taktirde, Kıbrıs’lılar kendi ayakları üstünde durabilen insanlardır. Ana vatanın aklını başına alıp bu çarpıklığı düzeltmesi gerekir.
Aslına bakacak olursanız, bu tutumumuzla KKTC’yi yavaş yavaş kaybediyoruz da, farkında değiliz. Bu yaklaşımımızı değiştirmezsek, günün birinde, adayı Rumlar alamaz, ancak biz kendi elimizle onlara teslim ederiz.
PROTESTOCULARIN DA BİLMELERİ GEREKENLER VAR.
Madalyonun bir de öbür tarafına bakalım.
KKTC de artık hayatın böyle devam edemeyeceğini görmeli.
Ben, Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddedilmesiyle birlikte, artık çözüm şansının kaçtığına inanlar arasındayım.
Bundan böyle, büyük olasılıkla, KKTC kendi statüsünde hayatını devam ettirecektir. Ancak bu hayat, Ankara’dan gelen paraların paylaşılmasıyla sürdürülemez. Temele inen bir reform artık kaçınılmazdır. Bunun başını da, Türkiye çekmeli, KKTC’de gerçekleri kabul etmeli.
Eğer bu kavga sürdürülürse, o zaman Rumların AB’yi filan beklemesine gerek kalmaz.
Bir süre sonra, ada boşalır.
Türkiyelilerin yaşadığı boş tarlalar da bize kalır.
Paylaş