Paylaş
Bugün, çok uzun zamandan beri kafamda evirip çevirdiğim bir şeyi, Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, benim meslek ağabeyim ‘Hıncal Abi’ üzerinden yazacağım.
Çünkü Hıncal Abi epey bir süreden beri sadece ‘Hıncal Abi’ değil, öyle olsa söyleyeceklerimi açar telefon ona söylerim zaten. ‘Hıncal Abi’ epey bir süreden beri bir kuruma dönüştü. Türk basınında sağda solda küçük Hıncal Abiler var; hiçbiri aslının yerini tutmasa, onun kadar yaptığını başarılı yapamasa da, en entel kılıklı fikir gazetemizden çok satanlara kadar her gazetede en az bir tane ‘Hıncal Abi’ kılıklı yazar var maalesef.
* * *
Bu tarz yazmanın bazı özellikleri var, hepsini sıralamayacağım ama bazılarını yazayım burada:
- Tersten çak; herkesin aklına geleni değil insanların aklına gelse bile söylemediğini yaz.
- Kişilerle uğraş; ama bunu sanki genel bir durumu o kişi yansıtıyormuş gibi yap.
- Okurunu o konuyu senden daha iyi kimsenin bilmediğine, dünyayı kimsenin senden daha iyi takip etmediğine inandır.
- Gündelik hayatını sanki herkesi ilgilendiren bir şeymiş gibi yaşa ve yaz.
- Herhangi bir konu senin üstüne vazife midir, değil midir diye düşünme, ‘ekmek’ gördüğün her
konuya gir.
- Ne yaparsan yap ama kendinden söz ettirmeyi başar.
Her gazetede en az bir Hıncal Uluç olmasına rağmen bu taklitlerin hiçbirinin Hıncal Uluç’un yarısı kadar olamamasının bir temel sebebi var. Az önce bu yazı tarzının bazı kurallarını yazdım, son iki kural var, onları şimdiye sakladım:
- Senden övgüyle değil sövgüyle söz edilmesini tercih et.
- Sevilen değil korkulan biri ol.
Evet, bu son iki kuralı uygulamayı çoğu taklitçi göze alamaz. Her şeye rağmen yaptıklarının bir bedeli olmasın isterler, nefret edilmekten hoşlanmaz, sevilmek isterler.
Oysa Hıncal Uluç bunu beklemez. Etrafında çok dar bir insan grubu vardır onun, o dar gruptaki isimler bile zaman zaman koparlar, yerlerine bazen yenileri gelir bazen gelmez.
Hıncal Uluç dendiğinde çoğu insanın aklına sevimli bir insan gelmez, aksine hafif bir tedirginlik, adı konmayan bir korku, kızgınlık hatta nefret gibi kuvvetli duygular gelir.
Oldukça uzun zamandan beri tanıyorum Hıncal Abiyi, hayatta en çok yarattığı bu korku, hatta nefretten tatmin duygusu aldığı hissine kapıldığım çok oldu.
* * *
Dünkü Defne Joy Foster yazısıyla bir kez daha Türkiye’nin en nefret edilen kişisi ünvanını kazandı Hıncal Abi.
Ama unutmayın, Hıncal Abi esasen bununla besleniyor. Hakkında konuşuluyor, hem de çok ağır kelimelerle konuşuluyor; o ise bundan ötürü mutsuz değil, hatta eminim
keyif alıyor.
Bugün benim bu yazımla birlikte kim bilir kaç yazı yazılacak Hıncal Abiyi eleştiren Türk basınında. İşte bu yazılar ona gençlik aşısı gibi gelecek, bu sabah hakkında yazılan aleyhte yazıları okumak için gazetelere daha bir iştahla saldıracak Hıncal Abi, bazılarını okurken gevrek gevrek gülecek, etrafında birileri varsa bazı yazılara sinirlenmiş gibi yapacak.
Bu konuda iddiaya girmem ama Hıncal Abi kendisi hakkında yazanlara da uzun süre cevap vermeyecek; onları görmezden gelecek, ‘Siz bana vız gelir tırıs gidersiniz’ diyecek.
* * *
Esasında hepimizin böyle yapması lazım; o ne yazarsa yazsın, onun gibiler ne yazarsa yazsın görmezden gelmeli, onun oyununa gelmemeliyiz.
Ama provokatörlük, kışkırtıcılık öyle bir hastalık ki, ilgi çekmek için, küfür yemek için, gündemde kalmak için o ve onun gibilerin başvurmayacağı yol, çiğnemeyeceği kırmızı çizgi, kırıp dökmeyeceği insan, görmezden gelmeyeceği herhangi bir insani
değer yok.
İşi, her seferinde eli yükseltmek, ‘yok artık bu da söylenmez’
deneni söylemek.
Öyle bir noktaya getiriyor ki, mecbur kalıyorsunuz, ona cevap veriyorsunuz.
Böyle durumlarda onun da cevabı hazır: ‘Benimle polemik yaparak prim yapmaya çalışan adam’ diyor, adınızı anmadan.
Böyle yapmanın bir geçinme, ekmek parası kazanma, hatta zenginleşme yolu olması beni fena yapıyor.
Hazreti İsa o lafı boşuna söylemedi...
HIRİSTİYANLARIN kutsal kitabı İncil’in meşhur öykülerindendir. Maria Magdelena taşlanacaktır. Hazreti İsa, ‘İlk taşı içinizde en günahsız olan atsın’ der.
Kimsenin ahlakını yargılamak bize kalmadı. Neyin iyi ahlak neyin kötü ahlak olduğunun ölçüsünü de biz koymuyoruz.
Maalesef kaç gündür Türk basınında gencecik yaşında ölüp giden bir sevimli insan için neler denmiyor neler...
Bugün siz ahlak bekçiliğine soyunursanız yarın başkaları da sizin ahlakınızı sorgulamaya kalkar.
İçinizde en günahsız kimse o atsın ilk taşı.
Paylaş