Paylaş
UZAK ADA: CHP, uzak bir ada idi bizim için... Ailecek ilişkisizdik CHP ile... Ecevit yabancımızdı. Ama sıra Demirel’e gelince işin rengi değişirdi. Demirel’in din ile kurduğu ilişkide verdiği her açık, bizim evde günlerce yankılanırdı.
İMAM HATİPTE: Mektepte ben “küçük akıncı” idim. MTTB’ye yakındım. Tek rakibimiz Ülkücüler idi... Ezberlediğimiz bütün tezlerimiz, “ülkücülere karşı tezler” şeklindeydi. Çünkü bizim mektepte bir tek solcu, bir tek CHP’li bile yoktu.
DARBE GÜNLERİ: İlk gençlik günlerimi anımsıyorum: 12 Eylül olmuş, siyaseti ezip geçmiş. Taht bir yana gitmiş, şah bir yana gitmiş. Siyasete hevesli bir çocuk için tam anlamıyla kâbus günleri... Bana sadece kahvede her gün her köşesini sular seller gibi okuduğum Cumhuriyet Gazetesi kalmış.
DELİKANLI PARTİ: Üniversitedeyim... Öyle imreniyorum ki SHP denilen partinin yaptığı muhalefete... Dönemin kodamanlarını ürkütüyorlar, vurdukları yerden ses getiriyorlar, dönemin dokunulmaz generali Tahsin Şahinkaya’ya dokunuyorlar falan... Herkes Turgut Özal’ın peşine düşerken, herkes Türk/İslam sentezi ideolojisine yatarken ben, SHP’yi delikanlı buluyorum. İlk kez CHP çizgisine hafiften ısınıyorum.
TAMAM İNŞALLAH: Refah Partisi’nin yükseliş dönemi... Son tahlilde kendimizi Refah Partili olarak nitelendirdiğimiz günler... SHP’nin terk ettiği alanları hızla Refah Partisi dolduruyor. Dönemin kodamanları, artık SHP’den değil Refah’tan ürküyor.
ARAMIZ LİMONİ: SHP’den soğuduğum günü hiç unutmam: Kenan Evren türban karşıtı bir demeç vermiş. Herkesin gözü SHP’de... Delikanlı çıkışlarıyla tanınan SHP ne diyecek diye bekleniyor. Fakat o da ne? SHP, Kenan Evren’le aynı çizgiyi benimsemesin mi? Kenan Evren’in dili ile SHP’nin dili aynılaşmasın mı? Bana düşen hayal kırıklığıydı.
SIRADANLAŞMA: Sonra? Sonrası malum... Medya işaret fişeğini atar, asker sert adımlarla her yeri inletir, aydınlar hizaya geçer ve düzenin tüm partileri vazifeyi üstlenirdi. Düşman irtica idi... CHP, “düzenin partilerinden biri” olup çıkmıştı.
UMUTSUZLUK: 15 yıl hep aynı şey oldu... CHP “irtica” dedi, “laiklik” dedi, “türban” dedi. Tutuculaştı. “Kürt” demedi. Tıpkı varoşları terk ettiği gibi Orta Anadolu’yu da terk etti. Kıyılara sıkışıp kaldı. Emekli Kemalist öğretmen duyarlılığına teslim oldu gitti. Benim “Bu CHP’den bir şey olmaz” noktasına geldiğim günler...
AKIL VERMELER: Bir devlet partisi olup çıkmıştı CHP... Mevcut tabanını ürkütmemek için açılım yapamıyor, mevcut tabana yaslandıkça da oyunu arttıramıyordu. Tam bir tıkanma noktasıydı bu... Bu süreçte ben bir köşe yazarıyım ve CHP’ye bu tıkanmadan çıkış için akıllar veriyorum... Kendi çapımda...
KEMAL’İN GELİŞİ: İşte ben de herkes gibi Kemal Kılıçdaroğlu olgusu ile tanıştım. İnsanın gözünün içine bakan, denge nedir bilmeyen, devlet diliyle konuşmayan, haksızlık karşısında duyarlılık gösteren, çapsız ama çapsızlığıyla sempatik, şaşkın ama şaşkınlığıyla ezber bozan bir adam... Hayatım boyunca ilk kez bir CHP liderinin konuşması karşısında heyecan duyuyordum. Adam merdiven altlarından, tarlalardan, fabrikalardan, ezilenlerden falan söz ediyordu... Daha ne olsun.
YİNE MESAFE: Ama olmadı... Eksikleriyle, abartılı acemilikleriyle, muazzam kararsızlıklarıyla, müthiş geri adımlarıyla, inisiyatifsizliğiyle kesmedi beni Kemal Bey... Gelişini nasıl coşkuyla haykırdıysam, kesmeyişini de yine coşkuyla haykırdım. Mesafeyi koymuştum ama yine de gözüm üstündeydi. Ne yalan söyleyeyim: Ondan bir şey çıkacağına yönelik duyduğum inancı hepten kaybetmek istemiyordum.
BEKLEMEDEYİM: Neden? Neden umudu kaybetmek istemiyorum? Neden “ne halleri varsa görsünler” demiyorum? Neden ben de “Kemal Bey’den bir numara çıkmaz” diyen koroya katılmıyorum? CHP’li olduğumdan mı? AK Parti’den yüz bulamadığımdan mı? Hayır, tabii ki hayır!
DERDİM NE? Derdim şu benim: Muktedirin doğru ve haklı bir yerden vurulmasını istiyorum. Muktedirin biraz olsun sarsılmasını istiyorum. Muktedirin küstah dilini terk etmesini sağlayacak gelişmeler olsun istiyorum. Zaten güçlü olanın daha da güç kazanmasının yol açacağı tehlikenin sona ermesini istiyorum.
EVDE SON DURUM: Bizim evde bugünlerde işler karışık: Babam Tayyip Erdoğan türküsü söylüyor. Annem de Tayyip Erdoğancı ama babam kadar fanatik değil... Evin diğer ahalisinin her biri başka telden çalıyor... Tek ses yok... Bazen “Kemal Bey iyi adam” diyen oluyor. Yani? Yani bizim ev, yıllar sonra yeni CHP’ye o kadar da uzak değil.
Magandanın etnik kimliğine bakılmaz
ESKİDEN şu tür haberleri sıkça işitirdik:
“Sahnedeki sanatçıdan ‘Çırpınırdı Karadeniz’i istedi, sanatçı söylemeyince kurşunu yağdırdı”.
İki gündür haberleri okuyoruz:
Mersin’de adamın biri, sahnedeki sanatçıdan Kürtçe türkü istemiş, sanatçı Kürtçe bilmediğini söylemiş. Bunun üzerine Kürtçe türkü isteyen adam, basmış kurşunu, sanatçıyı öldürmüş.
* * *
Benim içinse durum şudur:
Lümpenin Kürt’ü, Türk’ü olmaz.
İki tip lümpen de sonuçta aynı havayı teneffüs ediyor, aynı suyu içiyor, aynı ortamlarda dolanıyor.
Dolayısıyla tepkileri de aynı oluyor.
Sözün özü şudur:
Lümpenlikle, magandalıkla, canilikle, hayvanlıkla etnik kimlik arasında doğrudan bir bağ yoktur.
Bravo diyorum
Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelen bildiri karşısında, lafı hiç eğip bükmeden, “Asker kendi işine baksın” dediği için AK Parti Genel Başkan Yardımcısı HÜSEYİN ÇELİK’e...
Diyarbakır’da önde gelen Kürt siyasetçilerle halay çekip cesur mesajlar verdiği için TÜSİAD Genel Başkanı ÜMİT BOYNER’e...
Nükhet Duru gecesi
CHP Kurultayı’nı izlemek için Ankara’ya neden gitmediğimi yazdığım için hem Ankara’ya kurultay izlemeye giden, hem de Ankara’da mukim meslektaşlarım fena halde içerlediler bana...
Ayşenur’un Medya Mahallesi’nde “Ankara Trilye’den ibaret değil” sloganı atıldı.
Dostum Muharrem Sarıkaya, Ankara gazetecileri adına bana hak ettiğim cevabı vermeye yeltendi ama başarılı olamadı.
Ayşenur ise tarafsızlığıyla gözlerimi yaşarttı.
Neyse...
Muharrem’leri, Metehan’ları, Fikret’leri, Murat’ları, Hande’leri kızdırmak pahasına muzırlığa devam edelim:
İstanbul’daki gazeteci milleti, CHP Kurultayı’nı izlemek için Ankara’ya koşarken...
Ankara’daki gazeteci milleti, sevinçli bir telaşla Parti Meclisi listesini ele geçirmek için çabalarken...
Ben Nükhet Duru gecesindeydim.
Plaza Otel’in en üst katında Erol Evgin’in cumartesi geceleri sahne aldığı salon var ya...
Bugünlerde o salonda Nükhet Duru da sahne almaya başladı.
Cumartesiler yine Erol Evgin’de. Cumalar ise Nükhet Duru’ya ayrılmış.
* * *
Tıpkı Erol Evgin gecesinde olduğu gibi, Nükhet Duru gecesinde de sıcak, sımsıcak bir dinleyici kitlesi ile iç içeydik.
Bir büyük ailenin içindeymişiz gibi bir hava.
Aynı şarkılarda coşmalar, aynı şarkılarda hüzünlenmeler falan.
İlk kez sahnede dinlediğim Nükhet Duru ise tam bir fırtına...
“Melankoli”den “Mahmure”ye bilinen bütün şarkılarını söylediği gibi bir ara hafiften “fasıl” havası bile estirdi. (Fehmi Abi! Dikkat...)
Esprilerini, yaptığı taklitleri, kendiyle dalga geçmesini saymıyorum bile...
Çok güzel bir geceydi.
Bin kurultayın bile karşılayamayacağı kadar güzel...
Hıncal Uluç’tan özür
TELEFONUMA bir mesaj geldi. Açtım, baktım: Hıncal Uluç’tan...
Şöyle diyor:
“Bana bir özür borçlusun. Ben o kitabı okumadım bile. Benim yazdığım, dünya durdukça da yazacağım kitap ‘Bir Çift Yürek’ti. Yazarı Maria Morgan. Okumadıysan çok yazık”.
İşte yine çalakalem yazmanın acı faturası: Mahcubiyet, yüz kızarıklığı vs.
Hıncal Uluç’un kalemine doladığı kitabın “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” olduğu kalmış hafızamda... Oysa onun söz etmekten hoşlandığı kitap “Bir Çift Yürek” idi.
Mesaja anında şu yanıtı verdim:
“Özür boynumun borcudur. O kitabı okumak ise, artık bir numaralı vazifem oldu”.
Paylaş