Paylaş
Bazı okurlarım bana, “Senin yine imam-hatipliliğin tuttu galiba...” diye laf çakmışlar.
Doğrudur...
Arada sırada da olsa benim imam-hatipliliğim tutar.
Ama Özdemir İnce’ye itiraz ederken imam-hatipliliğim tutmadı, sadece “mantıksızlığa isyan” damarım kabardı, o kadar.
* * *
Bir yazar...
Tabii ki Kuran’ın kul kelamı olduğunu öne sürebilir.
Tabii ki kutsala inanmamasının nedenlerini anlatabilir.
Tabii ki bütün söylediklerinin “bilimsel olarak kanıtlanmış gerçekler” olduğunu iddia edebilir.
Ama eğer bir yazar...
“Ey müminler! İnandığınız kitap Allah kelamı değil, kul kelamıdır. Bu bilimsel bir gerçektir... Bundan böyle buna inanın... Korkmayın... Buna inanarak da mümin olmaya devam ederseniz” diye yazarsa...
İşte bu olmaz.
Sakın “olmaz” derken...
“Bunlar hassas konular... O nedenle olmaz” diyerek bir “hassasiyet faşizmi” yaptığım sanılmasın.
Ben “olmaz” derken...
“Tutarlı” olmaz, “mantıklı” olmaz, “teolojik çerçeve ile bağdaşır” olmaz demek istiyorum.
* * *
Şöyle düşünelim:
Memleketimizin gazetelerinden birinde bir köşe yazarı, “İşçinin hakkını yiyerek de sosyalist olunur” diye yazsa ne olur?
Ne olacak?
Herkes kahkahalarla güler, dalga geçer...
“Saraka”, “mavra”, “geyik” alır başını gider.
En azından...
“Bu ne cehalet yahu” falan denir.
Ama gelin görün ki...
Amatör bir ilahiyat heveslisi çıkıp da “Kuran’ın Allah kelamı olduğuna inanmadan da mümin olmaya devam edilebilir” derse...
Hiçbir şey olmaz.
Biri de çıkıp “Yahu bu söylediğin teolojik olarak mümkün değil” demez.
“Akidenin en temel koşullarını bilen biri böyle şey söyleyemez” diye bir tavır koymaz.
Çünkü...
Bizim memlekette aydınlarımız, İslam’ı bir “bilgi objesi” olarak bile bilmek istemiyorlar.
Ne bilmek istememesi? Hatta bu konudaki cehaletlerini bir övünç nedeni olarak görüyorlar.
Böylece ne oluyor?
Ne olacak?
Bu alan, her türlü sallamaya açık bir alan haline geliyor.
Benim Özdemir İnce’ye “hop” dememin temel nedeni budur.
Sızıntıdan sızdırdıklarım
Aşağıdaki “sızıntılar”ı, dünyayı sarsan “Wikileaks Kriptoları”ndan damıtarak elde ettim. Takdim ediyorum:
ABD’li diplomatlar dedikoduya çok meraklı.
Diplomaside lakap takma merakı, Türk köşe yazarlarının lakap takma merakından daha fazla.
Amerika, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu sevmiyor.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, ABD’li diplomatlarla biraz fazla samimi olmuş mu ne?
Hani telefon dinlemelerinde en çok yapılan dedikoduların ortaya çıkması adamı rahatsız eder ya... Kriptolar söz konusu olduğunda da durum değişmiyor. En çok lakap takanlar mahcup.
Amerikan diplomatları, “Tayyip Erdoğan Allah’a inanıyor ama güvenmiyor” saptaması yaparak “tevekkül” kavramına yabancı olduklarını ortaya koymuş oldular.
CHP konusunda Amerikan diplomatları da tıpkı bizim liberaller gibi düşünüyorlar. “Bir avuç gürültücü elitist” demişler CHP için.
Yayınlanan belgeler yandaşlarda “Demek ki AK Parti iktidarı Amerikan uşağı değilmiş” tepkisine yol açarken iktidar karşıtlarında “İktidarın yolsuzlukları açığa çıktı” tepkisine yol açıyor. Yani iki taraf da duruşunu kuvvetlendiriyor.
Gün, komplocuların bayram günüdür. Bu kadar malzeme, onlar için bile fazla.
Neyi kimden öğrendim?
KADİR TOPBAŞ’TAN: Marifetin “Birleşmiş Milletler ve Yerel Yönetimler Teşkilatı’nın Başkanı” olmaktan değil, Haydarpaşa Garı’nı korumaktan geçtiğini öğrendim.
ERBAKAN HOCA’DAN: En son terk edenlere (HAS Parti), ilk önce terk edenlerden (AK Parti) daha fazla öfke duyulabileceğini öğrendim.
MAHİR KAYNAK’TAN: Komplocu uçuşlarda bazen hiçbir sınır ve ölçü tanınmayacağını öğrendim.
YİĞİT BULUT’TAN: İnsanın bir kere “Yandaşım yandaş... Var mı diyeceğin?” noktasına geldikten sonra bir daha iflah olmayacağını öğrendim.
Ivır zıvır gündemi
ECE Temelkuran’ın yaptığı televizyon programında konuk ettiği dansözle dans etmesi söz konusu olmuş.
Bir an düşünmüş Ece.
Kendisi gibi “entelektüel”, kendisi gibi “ağır”, kendisi gibi “ciddi”, kendisi gibi “devrimci” bir yazarın ekranda dans etmesinin nasıl algılanacağını düşünmüş.
“Ne derler?” diye geçirmiş içinden.
Ama bir an sonra “Ne derlerse desinler” diyerek başlamış dans etmeye...
Ayrıca gelebilecek olası eleştiri ve takılmalara karşı devrimci-feminist Emma Goldman’dan ödünç aldığı “Dans edemeyeceksem, devriminiz sizin olsun” şeklindeki sözü hazırlamış.
* * *
Ece Temelkuran’ın dramı işte tam bu noktada ortaya çıktı:
Hiç kimse ama hiç kimse çıkıp da “Ece Hanım! Sizin gibi devrimci, sizin gibi ağır, sizin gibi ciddi bir yazara dans etmek hiç yakışmadı” demedi.
Olan hazırlanan cevaba oldu yani...
Paylaş