CUMHURBAŞKANIMIZ, iktidar partisi mensupları, bir çok ‘demokrat’ aydınımız, her vesile ile ‘artık Türkiye’de önceden konuşulamıyanlar konuşuluyor’ diyor.
Buraya kadar doğru, Türkiye’de kısa bir süre öncesine kadar ima edilmesi bile başa bela olacak bir çok şey açıkça konuşulabiliyor. Ama, bu ‘her şey konuşulabiliyor, artık fikir özgürlüğünün önünde hiçbir engel kalmadı’ demek değil. Tam tersine, hala o kadar çok engel var ki! Diyeceksiniz ki, her ülkede belli sınırlar vardır. Ben o belli sınırlardan söz etmiyorum. Demokratik bir ülkede, olmazsa olmaz en temel eleştiri sınırlarından söz ediyorum. Kısaca, bu ülkede, ifade özgürlüğünün alanı iddia edildiği ölçüde genişlemedi, sınırları yer değiştirdi! diyorum. * * *  Haberlerde az da olsa yer alıyor, biliyorsunuz, üniversitede öğrenciler ‘parasız eğitim istiyoruz’ dedikleri an, ağızları kapatılıp salon dışına çıkarılıyor. O da yetmiyor, bir kısmı soluğu hapiste alıyor. Bunlardan biri Ankara Üniversitesi, Antropoloji Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Berna Yılmaz, bir süre önce bana mektupla ulaşmıştı. 14 Mart günü, ‘Roman Çalıştayı’ esnasında ‘Parasız eğitim istiyoruz’ pankartı açtığı için arkadaşı ile birlikte hapsi boylamış, 6-7 aydır içerde! Bu olaydan sonra, benzer başka olaylar da oldu. Tekel direnişi bile ‘Ergenekon’ ve ‘PKK bağlantısı’ bahanesi ile sindirilmeye çalışılmıştı. Benzer suçlamalar ile bir çok demokratik siyasal ifade girişiminin bastırıldığı bir ülke burası. Sol siyasal parti ve çevreler için ‘terör’ suçlaması kolay bir gerekçe oluşturuyor. SDP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Günay Kubilay, bu türden bir gerekçe ile hapse atılmış. Yakınları, isyan ediyor. Kim ne suçlama ile yargılanıyor bilemiyorum, ama tüm bunlar büyük soru işaretleri ile gözlerimizin önünde oluyor. * * * Bırakın bunları, ‘Kandil ile konuşma gereği’nin bunca vurgulandığı bir zaman da bile, sıkıysa, Hamas ile PKK arasında paralellik kuran bir cümle kurun bakalım, sonunuz ne oluyor? Veya, bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biri olduğumuz Kosova üzerinden bir paralellik kurun bakalım! Dahası, şu muhteşem ‘sivilleşme’ sürecinde, polisin örgüt evlerine yaptığı baskınların, televizyonlarda aksiyon filmi benzeri görüntülerle yayınlanmasına karşı çıkın bakalım, ne olacak? BDP’liler bazı TV dizilerinin nefret ve şiddeti körüklediğinden şikayet etti diye, hızlıca Washinton-Tel Aviv hattında olmakla mahkum edildiler.  İşçi, emekçi dediğiniz an, yetmişli yılların ‘anarşist bunlar’ dili hortlayıp, dipdiri karşınıza çıkıyor. İktidarı eleştirmenin sınırlarından hiç söz etmiyorum bile. Her otoriter ülkede olduğu gibi, bu sınırları artık herkes biliyor, ona göre davranıyor. * * * Türkiye’nin yeni demokratlarının, parasız eğitim, iş, emek, iş güvenliği gibi meselelere hiç ilgisi kalmadığı için, onlar bu alanlarda ifade özgürlüğünün sınırlarından hiç rahatsız olmayabilirler. Mevcut iktidar konusunda da kafaları net; onlara göre, öncelikli olan; ‘askeri vesayetten kurtulmak, gerisi Allah kerim!’. Bu çerçevede kaldığınız sürece ifade özgürlüğünün sınırları gerçekten de eskisinden çok geniş. Ama, zaten hep öyle değimlidir? Mevcut iktidarın kafasında olanlar için ifade özgürlüğü hep geniştir. Eskiden Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, devrimleri övmenin sınırı mı vardı? Her şeye rağmen, ben eskiden konuşamayıp, şimdi konuşabildiklerimizden son derece memnunum. Tek sorun, halihazırda, söz konusu olanın, henüz farklı görüşlerin ifadesinin sınırlarının genişlemiş olması değil, bu kez de, yeni düzenin müsaade ettiği sınırların geçerli olması. Nihayet, kim ne derse desin, üniversitede başörtülü öğrencilerimin dersleri izleyebilmesinden son derece memnunum. Ama, parasız eğitim isteyen öğrencilerimin sesleri kısılmasına razı olamam.