Paylaş
Aylardır andıç üzerine andıç yayınlıyorlar.
Ya açık ya ima yoluyla, “Hrant Dink’in öldürülmesi” olayına bile beni bulaştırmaya uğraşıyorlar.
Gülüp geçeyim diyorum, daha da beter üzerime geliyorlar.
“Allahlarından bulsunlar” diyorum, kılıçlarını daha da biliyorlar.
Nihayet bazı vicdanlı insanlar çıktılar.
Olayı anlattılar.
- Teşekkürler Nazlı Ilıcak:
Önceki gün gazetesinde gerçeği yazdı. Yıllardır tanıdığım Nazlı Ilıcak beni yine yanıltmadı.
- Teşekkürler Tuba Çandar:
Yazdığı “Hrant” adlı mükemmel çalışmanın 553 ile 575’inci sayfalarını, Sabiha Gökçen’le ilgili habere ayırıp, bu konudaki bütün görüşleri aktardığı için.
Özellikle de şu bilgiyi verdiği için:
“Hrant Dink, Sabiha Gökçen haberinin Hürriyet’te yayınlanmasından sonra bu denli ses getirmesinin iyi olduğunu düşünüyordu.”
- Teşekkürler Alper Görmüş:
Aynı kitapta şu satırları yazdığı için:
“Hürriyet’teki Sabiha Gökçen haberi kışkırtıcı bir içerik taşımıyor, iddiayı nötr bir dille aktarıyordu, hatta içerik ve dil olarak Agos’takinden pek farklı değildi.”
Böylece Hrant Dink’in bilgisi dahilinde hazırlanan haberle ilgili gerçekler aydınlandı.
Her zaman diyorum.
Zaman en etkili düzeltmendir.
Ülkede bozuk yollardan bile beni sorumlu tutmaya ant içmiş yazarlara vereceğim tek cevap budur.
Bir de Sabiha Gökçen haberine Genelkurmay açıklaması geldikten bir gün sonra, 25 Şubat 2004 günkü Hürriyet’te yayınladığım aşağıdaki yazıyı hatırlatıyorum.
Vicdan sahibi insanların anlayacağından eminim.
Ötekileri ise ikna etmem zaten mümkün değil.
Umurumda da değil...
Yoksa resmi tezimiz mi değişti
25 Şubat 2004
1994 yılında, dönemin önde gelen siyasi şahsiyetlerinden biri, bir tanıdığıma şunu söylemiş:
“Biliyor musun, üç büyük gazetenin başındaki genel yayın yönetmeninin üçü de Kürt.”
Tahmin edeceğiniz gibi, kastedilen kişilerden biri, üç büyüğün en büyüğü olan Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olarak bendim.
Tanıdığım kişi bana, “Sen gerçekten Kürt müsün” diye sordu.
Şu cevabı verdim:
“Ben Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğuyum. Ailem Bulgar baskısından kaçarak önce Akhisar’a, sonra da İzmir’e gelmiş. Her zaman Türklüğümle övündüm. Milliyetçi bir babanın oğlu olarak büyüdüm. Hayatım boyunca hep milliyetçi olarak tanındım.”
Hemen arkasından da şunu ekledim:
“Ama Kürt olsaydım da bunu saklamazdım.”
Bundan dolayı ne kimseye öfkelendim, ne de darıldım.
* * *
Çocukluğum İzmir’de Kahramanlar semtinde geçti.
Bütün hayatım boyunca ne mahalle komşumun, ne okul arkadaşımın kökenini, mezhebini merak ettim.
Çünkü ne çevremdeki insanlar, ne de büyüklerimiz bunu merak ederdi.
Çok açık fikirli bir çocuktum. İzmir’de saçını uzatan ilk üç-beş gençten biriydim.
İzmir’de bütün milli günlerde askeri resmi geçit törenlerini izlerdim. Bütün hayatım boyunca Türk ordusuna hep hayranlıkla sahip çıktım.
O resmi geçitlerin arkasından çok gurur ve heyecan gözyaşları döktüm.
Geçen hafta sonundan beri Sabiha Gökçen tartışmasını izlerken işte kendime ait bu duygu mazisini hatırladım.
* * *
Bazı arkadaşlarımız bu tartışmanın arkasında “belirsiz amaçlar” aramaya kadar gittiler.
Ama en yadırgadığım şey, Genelkurmay Genel Sekreterliği’nin yaptığı açıklama oldu.
Oysa bu açıklamadan bir gün önce Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon’un söylediği sözler ne kadar yapıcı ve gönül alıcıydı.
Sabiha Gökçen’in Ermeni olması neyi değiştirir? Bu olsa olsa Atatürk’ün büyüklüğünü gösterir demişti.
Her kelimesine katılıyorum.
Genelkurmay bildirisini okurken kendi kendime şunu düşündüm.
Acaba Türkiye, son altı-yedi yıldır bütün dünyaya duyurduğu resmi tezinden vaz mı geçiyor?
Biz bütün dünyaya, Ermeni olayları ile ilgili konuda siyasetçiler değil, bırakın tarihçiler tartışıp karar versin demiyor muyuz?
İyi ama, Sabiha Gökçen’le ilgili tartışmaya bile tahammül edemeyen bir ülke, 1.5 milyon Ermeni’nin tehciri ile ilgili iddiaların tartışılmasına nasıl tahammül edebilecek?
Eğer toplumsal olarak sinir sistemimiz böyle bir tartışmaya hazır değilse, o zaman bu resmi tezden hemen vazgeçelim.
* * *
Bakın Hıristiyan dünyası Hazreti İsa’nın Magdalalı Meryem’le evli olup olmadığını bile tartışıyor.
Magdalalı Meryem, bazı Hıristiyan belgelerinde “fahişe” diye tanıtılan bir kadın.
O toplumlar bu tür tartışmalara bile tahammül edebilirken, bizim Sabiha Gökçen’le ilgili bir iddiaya bu kadar tepki göstermemiz doğal mı?
Üstelik Sabiha Gökçen için ne denmiş? Fahişe mi, hırsız mı, dolandırıcı mı?
Bu tartışmaya şiddetle tepki gösterenlerin tezlerinden biri şuydu:
“Şimdi Atatürk düşmanı çevreler bunu kullanacak.”
Onların “Atatürk düşmanı” dediği “dinci” basını günlerdir takip ediyorum.
Hiçbiri bunu istismar etmedi. Hatta tam aksine bir kısmı onlar gibi bu tartışmanın açılmasını doğru bulmadığını yazdı.
Demek ki bazıları, önyargılarını fikir haline getirip bize sunmuşlar.
* * *
Ama beni en çok üzen şey şu oldu.
Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğu iddiasına karşı çıkanlar, onun “Boşnak” olduğunu yazdılar.
Ne var ki, Gökçen’in Ermeni kökenli olduğu iddiasına aşırı tepki gösterenler, Boşnak olduğu iddiasına hiç ses çıkarmadılar.
Demek ki sorun “Ermeni” kelimesinden kaynaklanıyormuş.
O zaman da şu sorunun cevabını aramalıyız. Acaba mesele “etnik” mi, yoksa “dini” mi?
Cevabı ne olursa olsun, bu olay bize şunu gösterdi.
Bazılarımızın derin bilinçaltında hâlâ halledilmemiş bir mesele var.
Buna karşılık, bu tartışmaya son derece uygar ve yapıcı bir şekilde katılan çok sayıda yazar da vardı.
Neticede ne oldu?
Sabiha Gökçen’in tarihi kişiliğine bir zarar mı geldi? Atatürk zarar mı gördü?
Hazreti İsa, Magdalalı Meryem tartışmasından zarar gördü mü ki, Atatürk ve Sabiha Gökçen görsün...
Ama gelin, bu tartışmanın altında emperyalizmin parmağını arayacak kadar kendinden geçenlere bunu anlatın.
Paylaş