Paylaş
Çocuklar 18 yaşına gelince, o zamana kadar işletilen parayı kullanabilecek. Huzurlarınızda tekrar Sani Şener’e ve TAV’a teşekkür etmek istiyorum. Bu röportaj uzundu, ilan geldi, yarısı gitti,
devamı önümüzdeki günlerde...
- Bir zamanlar, yabancı arkadaşlarımız, akrabalarımız geldiğinde, bu havalimanı utandığımız köhne bir yerdi. Hemen onları Boğaz’a filan götürmek isterdik ki, buranın fenalığını unutsunlar! Sonra bir gün, buraya sihirli bir değnek değdi. Ve Atatatürk Havalimanı şahane, gurur duyduğumuz bir yere dönüştü. Benim kişisel tarihime, en güzel havaalanlarını yapan şirketin CEO’su olarak geçtiniz. Hadi şimdi söyleyin, bu başarının ne kadarı size ait? Alçakgönüllülük de istemiyorum...
- Bu, bir ekip işi. Böyle büyük işleri, tek başına yapmak mümkün değil. Kurucu ortaklarımız Tepe Akfen, onların üst düzey yöneticileri ve TAV çalışanlarıyla birlikte hepimizin hayata geçirdiği bir eser bu. Ama inanma kısmında benim çok ciddi payım var, çünkü çok inandım.
- Toplam kaç havalimanı oldu?
- Şu anda TAV Holding olarak, 10 tane havalimanını işletiyoruz, TAV inşaat olarak da 4 tane yapıyoruz. Bir de Kahire’yi yaptık. 10 yılda 15 havalimanını yapıp, işletiyor olmak, 4’ünü de inşa etmek, bir mühendisin, bir finansçının, bir işletmecinin ömrüne ancak sığabilir. Ne mutlu ki, biz 10 yılımıza bu dev projeleri sığdırabildik.
- Siz bu şirketi nasıl yönetiyorsunuz?
- Disiplinle özgürlüğü paralel götürmeyi becerebiliyorum arkadaşlarımla. İkisi, birbirini dışlar gibi görünüyor ama paralel gidebiliyor. Elimden geldiğince disiplini koruyorum ama bu şirketin kurallarını benimle tartışabilecek kadar da özgürler.
- 24 saat çalışsınlar... Sizin istediğiniz bu, değil mi?
- Orası kesin! (kahkahalar...) Bazen kızıyorlar da bana bu yüzden. Geçen gün Muscat’a gittim, orada 35 yaşlarında genç müdendis bir arkadaşımız var, hanımı da bizde işletmeci. Daha önce de Cezayir ve Tunus’ta görev yaptılar. “Nasıl gidiyor?” dedim, “Sani Bey, artık çok çalıştık buralarda. Türkiye’ye dönüp Bodrum’da bir restoran açmayı düşünüyoruz” dedi, çok da iyi iki eleman, birden acayip sinirlendim, “Delirdiniz mi? Daha çok gençsiniz, önünüzde çok uzun yıllar var!” dedim. “Peki ne yapacağız Sani Bey?” dediler, “85 yaşına kadar çalışacaksınız ve bir gün işten eve gelip, öleceksiniz. Hadise bu!” İkinci defa oraya gittiğimde, hanımı biz karşıladı “E n’aptı kocan restoran işini” dedim, “Ne restoranı Sani Bey” dedi, “85 yaşına kadar TAV’dayız sonra bir gün işten eve gideceğiz ve öleceğiz!” (kahkahalar....) Türkiye gelişmekte olan bir ülke, CEO’ları olarak bizler tabii ki çalışacağız. Sizler de. Hepimiz çalışacağız.
- Siz yılın kaç günü uçuyorsunuz?
- 200 günü.
- Her gün kaç mail yanıtlıyor sunuz?
- Ortalama 350.
- Diyelim ki Kiev’de filansınız. Şahane Rus kızları geçiyor önünüzden. “Bunlara bakacağıma niye bu saçma sapan maillere cevap yazıyorum?” demiyor musunuz?
- Hem bakarım hem mail’e cevap yazarım. Ben iki işi aynı anda yapabilirim, yürürken de sakız çiğneyebilirim. (kahkahalar...)
- Siz muhtemelen depresyona da girmiyorsunuzdur?
- Yooo, giriyorum. Akşamları. Uyku tutmadığında. Ama gündüz öyle bir lüksüm yok.
- İşteki kaotik bir gününüzü anlatın...
- Biz, ‘kaotik’ yerine ‘kompleks günler’ demeyi tercih ediyoruz, çünkü kompleksite yönetiyoruz. Bu öyle bir iş ki, Tunus Havalimanı’nda mesela tam 21 bin aktiviteyi takip ve koordine etmişiz. Demiri hangi fabrika üretecek? Bu, bir aktivite. Nasıl nakledilecek? Bu, başka bir aktivite. Nasıl gümrüklenecek? Sahaya nasıl gelecek? Böyle 21 bin tane aktiviteyi bir harmoni içinde koordine etmek, taşeronuyla, işçisiyle, mühendisiyle, avukatıyla, malzeme akımıyla... Büyük zorluk! Evet, bütün inşaatlar böyle. Ama havalimanları yüksek teknolojiyle estetiğin kolkola girdiği toplumsal kullanım mekanları. Atatürk Havalimanı’nı günde 100 bin insan ziyaret ediyor ve her gün bizi denetliyor.
- Siz işinizden şehvetle bahsediyorsunuz...
- Evet, çünkü eğleniyorum. Seviyorum. Becerilerimin de bu işe uyduğunu düşünüyorum.
- 24 saat çalışan adam, detaya giren ama çıkmasını da bilen adam, hızlı karar veren adam, ulaşılabilir yönetici... Demek istiyorum ki sizin zorunuz ne! (kahkahalar...) Bir yerde bir mutsuzluk mu var? Hayatınızda yolunda gitmeyen bir şeyler mi var ki bu kadar çok çalışıyorsunuz?
- Hayır, hayır. Biz TAV olarak, aynı zamanda ülkemizi temsil ediyoruz. İşteki herhangi bir başarısızlık, sadece bana değil, burada bütün arkadaşlarıma, ülkenin şanına da ciddi bir şekilde yansır. Bir kere hep o korkuyla yaşıyorum. 300 kilometre süratle buz üzerinde gidiyoruz.
- Bir de tabii, insan bir kere dibe vurunca nasıl olduğunu bilir...
- Tabii o da var. 91’de Rusya’da ciddi bir krize girdim. Battım demek daha doğru. Onun korkusu da vardır bilinçaltında.
- Kimse sizi, işi birinci sıraya koyuyorsunuz diye suçlayamaz. Ama bir taraftan da, çocuk- aile hayatı gibi başka güzellikleri ıskalıyorsunuz. Hiç mi pişmanlık duymaz insan?
- Duymaz mıyım? 91’de dibe vurmasaydım, onları yaşayabilirdim. Ama olmadı. Tekrar sıfırdan, hatta eksiden başladım, o sırada da çocuklar büyüdü. Ama olağanüstü bir karım var. Ona teşekkür etmem gerekiyor, o dönemde evin CEO’su olarak Asuman hem çocukları çok iyi yetiştirdi hem de o zor dönemleri çok iyi yönetti.
- Nasıl tahammül ediyor size? (kahkahalar...)
- Çok seviyor. Beş yaşından beri beraberiz. Yakın iki ailenin çocuklarıydık, birlikte büyüdük.
- “Yalnızlığın ilmini yaptı benim yüzümden” demişsiniz bir yerde, ne kadar hüzün verici...
- Evet. Ama birlikte olduğumuz zamanlarda mutlu oluyor ki, bu evliliği sürdürüyor.
- Ben Alya’yı iş yüzünden az gördüğümde onu satın almaya çalışıyorum, oyuncuklar filan alıyorum, resmen rüşvet. Siz?
- Benim herhangi bir hediye alma huyum yok. Onu da beceremiyorum. Eve gitmiş olmam yeterli. O dünyanın en güzel hediyesini almış gibi davranıyor!
- Ya derse ki “Yeter ne halin var gör! Canıma tak etti!”
- Demez. Öyle bir geçmiş, öyle bir mücadele var ki, omuz omuza, en dar günlerde mümkün değil... Demez...
- Nesini en çok seviyorsunuz?
- Dürüstlüğünü, zekasını, eşi zor bulunacak bir kadındır, özeldir. Sonra çocuklardaki emeğini, hakimiyetini, beni bu kadar çok sevmesini...
- Başka?
- Daha ne söyleyeyim?
- Çok güzel ve fıstık gibi...
- Evet, o da önemli ama kalbi güzel olsun...
- Ne zaman birbirinize giriyorsunuz?
- Genelikle her zaman (kahkahalar...) İkimiz de birbirimizle inatlaşıyoruz. O geri adım atmıyor, ben de atmıyorum. İkimiz de Karadenizliyiz çünkü. Gidecek restoran üzerine bile kavga ederiz. Ya da benim işim çıkar, son anda gidemem, yalnız gitmesi gerekir. Ama genellikle suç, yüzde 100 bendedir...
- Sizinle çalışan insanlar neyinizden hoşlanmıyordur?
- Saban erken gelme meselesine takığım ben. Bir de izinlerin çok uzun sürmesine takığım. Bir hafta yazın git, bir hafta kışın, yeter. Sabah da 10.00’da gelme.
- Kaçta gelsinler?
- 08.00 iyidir.
- 07.30’de gelen daha mı çok gözünüze giriyor?
- Evet, hoşuma gidiyor. Bunu disiplin olarak görüyorum. Erken gelsin, 10.00’da gitsin. Ayrıca Allah bereketini sabah erken dağıtırmış. Bir de bazen bakıyorum, servisle gelen arkadaşlar burada, yöneticileri yok. Acayip sinir oluyorum. Asyalıların da çok sevdiğim bır lafı var, “Sabah gün doğmadan yatağından kalkan hiçkimse ailesini zengin etmede başarısız olamaz!” Bunları anlatıyorum arkadaşlara ama çok başarılı olduğum söylenemez...
Paylaş