Paylaş
Artık “yargı” ona ayak bağı olmayacak. Ayak bağı olmak ne kelime, artık orayı da istediği gibi yönlendirecek, istediği kararları çıkaracak, istediği davalara istediği yargıç ve savcıları atayabilecek.
Bugüne kadar iktidar gücü elinde değilmiş gibi yapamadığı her şey için birilerini suçluyordu.
Şimdi önünde engel kalmadı. Ne biliyorsa yapmasının zamanıdır.
Başbakan’ın referandum sonuçları belli olduktan sonra yaptığı konuşmanın tonu ile önceki seçimi kazandıktan sonra yaptığı konuşmanın tonu arasındaki fark, Türkiye’yi önümüzdeki süreçte nelerin beklediğini gösteriyor.
O konuşmasında verdiği sözleri daha sonra unutmuş olsa bile daha kucaklayıcı ve tevazu içinde bir hali vardı.
Dün geceki konuşması ise artık iktidar şımarıklığının tavana vuracağını düşündürtüyor.
Şimdi Türkiye’yi bekleyen şey, Başbakan’ın Putinleşme yolunda atacağı bir dizi adımdan ibarettir.
“İstediği Anayasa değişikliğini yaptı, şimdi açılımı da yapar” diyen safdillere bakmayın. “Kürt açılımı” diye ortaya attığı şey o dönemde ABD’nin Irak’tan çekilme planlarının bir parçasıydı. Aslında ne ajandasında bu sorunu demokratik bir şekilde çözmek var, ne de ideolojisi buna uygun.
O tür bir demokratikleşmeyi yapabilecek çapta bir siyasetçinin, gazeteleri baskı altına almaya çalışması, kendine yakın bir medya ve sermaye grubu oluşturmaya çalışması söz konusu olamaz.
Başbakan’ın, “başkanlık sistemi” özlemi içinde olduğunu biliyoruz. “Burhan Bey”e “hazır ol” talimatını televizyonlardan verdiğine göre önümüzdeki dönemde hedefi bu olacaktır.
Bunu başaramayacağını görürse de “Abdullah Bey kardeşimizin” koltuktan kalkma zamanı yaklaşıyor demektir.
Vatana millete hayırlı olsun!
İstanbul’un ortasında bir okul
OYUMU kullanıp geldim ve bilgisayarımın başına oturdum.
Oyumu kullandığım okul, Sarıyer ilçesi sınırları içinde Çayırbaşı’nda. Her fırsat bulduklarında çalıp söylemeye bayılan insanların yaşadığı bir bölge, doğal olarak oy kullanmak için o sokaklardan geçerken, onların enerjisi bana da bulaşıyor, neşeleniyorum.
Zaten okulun bahçesi de panayır gibi oluyor, insanlar seçim yasaklarına pek de aldırmadan birbirlerinin siyasi görüşleriyle dalga bile geçebiliyorlar.
Kelimenin tam anlamıyla “demokrasiyi” hissedebileceğiniz bir ortam yani.
Okulun hali içler acısı. “Dökülüyor” diyeceğim ama zaten dökülmüş, ayakta zor duruyor.
“Türkiye ilerliyor, 10 yılda siyasi istikrar bozulmazsa dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olacağız, dış politikada Türkiye’nin önüne geçilmez” diye yüksek perdeden sallayanların gelip görmeleri gerek.
İstanbul Boğazı’na yürüyerek 5 dakika uzaklıktaki bir okul bu.
Ve hiç kuşkusuz ki ne İstanbul’daki tek örnek ne de Türkiye’nin gelir dağılımından payını tam olarak alamamış bölgelerindeki okullar için tek örnek.
Recep Tayyip Bey’in, cumhurbaşkanlığı seçimi provası yapması için referandumda harcadığımız trilyonları bu okullara ayırabilseydik, içlerinden az da olsa bazılarını medeni okul binalarına dönüştürebilirdik diye düşündüm.
Kaçırılmayacak bir kitap
TEMPO Dergisi, bu ayki sayısı ile birlikte okuyucularına mükemmel bir kitap armağan etti.
Batılıların “kahve masası kitabı” olarak tanımladıkları türden bir kitap bu! “Sert kapak” cildi, kâğıdı ve baskısının kalitesiyle öne çıkıyor.
Kitabın adı “Bilmeniz Gereken 50 Tablo”.
Dünya resim sanatının önemli dönemeçlerine işaret eden, resim sanatının gelişimini en mükemmel örnekleriyle okuyucuya sunan kitabın hazırlanmasında Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fuat Acaroğlu ve sanat tarihçisi Osman Erden’in katkıları olmuş.
Kitabın sayfalarından birinde tablo, hemen yanındaki sayfada o tabloyu çizen sanatçının kim olduğu, resmin ne anlattığı ve öneminin nereden geldiğine ilişkin bilgiler var.
Sehpanızın üzerine koyabileceğiniz, arada sırada karıştırıp hem iyi vakit geçireceğiniz ve sanat tarihi ile ilgili “hap” bilgiler edinebileceğiniz değerli bir eser.
Tempo Dergisi, bu kitabı kültür hayatımıza önemli katkısı olacak bir dizinin ilk kitabı olarak tasarlamış. Dizi tamamlandığında kitaplığınızda önemli bir esere de sahip olacaksınız.
Tempo’nun bu sayısını tükenmeden almanızı öneririm.
Paylaş