Paylaş
Ve müthişti.
Öszüt düzenlemişti.
Bir kere fikre bayıldım: Türkiye’nin dört bir yanına sesleniyorsun ve diyorsun ki, “Ey pasta meraklıları! Yaratıcı ve özgün olduğunu düşündüğünüz bir pastanız varsa, gelin onu burada yapın. Jürimiz, pastanızı birinciliğe değer bulursa, sizin pastayı bu yılın sonuna kadar Özsüt şubelerinde satışa sunalım...”
Bundan daha parlak bir ödül olabilir mi?
Pastan, bir süreliğine de olsa ölümsüzleşiyor.
Üstelik toplam satışından elde edilen net kârın yüzde 5’ini de sana veriyorlar.
Ama beni paradan çok, o pastanın senin ona verdiğin isimle, bütün Özsüt’lerde satışa sunulacak olması etkiledi.
19 finalistin katıldığı heyecanlı ve çok çekişmeli bir yarışmaydı. Bu arada, finalistlerin hepsi amatördü. Araya sızmış profesyonel pastacılar yoktu yani. Hemen her biri farklı meslek gruplarındandı, hatta iki tane de erkek finalist vardı.
Ben de aç jüriydim.
O gün oraya aç gittim, 19 pastayı da afiyetle denedim.
Galiba 30 bin kalori filan almışımdır.
Diğer jüriler bizim gazeteden Mehmet Yaşin, Akşam Gazetesi’nden Nedim Atilla, Sofra Dergisi Yayın Yönetmeni Esra Düzdağ, Chef’s İstanbul Mutfak Atölyesi sahibi ve mutfak koçu Gülhan Kara, pasta danışmanı Ivan Holyavkin, 2007 Uluslararası Düğün Pastası Yarışması Şampiyonu ve pasta stilisti Mark Seaman, Swissotel Pasta Şefi Mathias Gautron, bir de Özsüt Genel Müdürü Yıldırım Çullu’ydu...
Biz uzuuuun bir masada oturuyorduk, finalistler tek tek pastalarını gösterdiler, biz de o pastaları estetik, özgünlük ve lezzet açısından değerlendirdik.
Orada tabii pastanı nasıl anlattığın da önemli.
Bir tür “satış” yani.
Bir hikâyesi var mı o pastanın?
Neden esinlendin?
İçinde kullandığın malzemeler ne kadar özgün?
Var olan herhangi bir pastaya benziyor mu?
Biz tadınca, “Vayyy, insanı ne kadar coşturan bir tat! Nereden geldi aklına kara dutu/ mesir macununu/ bergamotu bir pastada kullanmak” diyecek miyiz?”
Yaşım ilerledikçe fark ediyorum ki, şu hayatta herkesin yaptığını yapmayacaksın.
Özgün, farklı ve yaratıcı olacaksın.
Birinciliği Karadut Yıldızı ile Demet Demirel aldı.
Size o pastanın hafifliği ve lezzetini anlatamam, bu satırları yazarken bile ağzımı şapırtadıyorum, o kadar yani. Demet Demirel, küçükken Kemeraltı’ndaki Özsüt’te yediği karadutlu dondurmanın tadını unutmadığı için bu pastayı icat etmiş. Bize çocukluk anılarını da anlattı. Ağzımız açık dinledik.
O gün şunu anladım:
* 1- Her şeyin bir hikâyesi olmalı.
* 2- Demet’in karadutlu pastasını mutlaka yiyin, bir de üzerine bir güzel limonata için.
* 3- Bir şeyden bu kadar çok söz edilince, insan gidip onu yapmak istiyor, Kemeraltı Özsüt’te o efsanevi kazandibini yemek istedim. Kiloların canı cehenneme.
* 4- Özsütçüler, bütün İzmirliler gibi son derece rahat, neşeli, eğlenceli insanlar, kasmıyorlar. Yaşamı ve yaşamın tatlarını gerçekten seviyorlar.
* 5- Bu arada Genel Müdür Yıldırım Çullu ile de Özsüt üzerine bir röportaj yaptım. O artık cumaya.
* 6- Bu jüri üyeliği benim için aynı zamanda Yarım Kalan Hayatlar 7’ydi.
Hikikomori
BETÛL Mardin hızla iyileşiyor.
Ama hâlâ evde.
Sabahları her zamanki gibi topuzunu yapıyor, önü fiyonklu gömleğini giyiyor, ceketini alıyor, geçici çalışma mekanı salona yerleşiyor.
Evdeki hemşireler ilk defa, pijama ya da sabahlıkla dolaşmayan bir hasta gördüklerini söylüyorlar.
Epey ziyaretçisi oluyor, galiba bütün Türkiye geldi, onlarla biraz oturuyor, dalgasını da geçmeyi ihmal etmiyor “Cumhurbaşkanlığı’ndan geldiler, Başbakanlıktan tık yok...”
İmage ekibi de toplantıya eve geliyor.
Ve tabii geri kalan zamanında BBC izliyor, dünyayı takip ediyor, okuyor, okuyor, okuyor...
Elinde bir kitap var bu aralar.
50 yıl sonranın trendlerini anlatıyor.
İlginç.
En çok Hikikomori ilgimi çekti.
Japonya’da bir milyon genç, bu trendi bizzat yaşıyor. “Geri çekilmek” anlamına gelen bir laf. Hayattan geri çekiliyorlar. Ailelerinin evinde, bir odaya kapanıp, kendi dünyalarında yaşıyorlar. Bilgisayar oyunları, internet, facebook, tamamen sanal bir dünya. Anneleri yemeklerini tepsiyle getiriyor odalarına. Yemek masasına bile gelecek kadar vakitleri yok. Niyetleri de. Dışarı da çıkmıyorlar, ihtiyaç duymuyorlar. Zaman zaman sevgilileri geliyor, artık aileler eskisi kadar ahlakçı değil, ses çıkarmıyorlar. Ama aslına bakarsanız ne seks ne kız arkadaş var ilgi alanlarında. Onlar başka bir dünyada yaşıyorlar. Müthiş bir yalnızlık aslında.
İyi bir eğitim almış olmalarına rağmen, sorumluluk yüklenmek istemiyorlar, bir yere girip çalışmak istemiyorlar, manasız geliyor.
Başka ideallerin peşindeler.
Hayvan hakları bile onlar için daha ilginç, yunusları, foksları, yok olmaya yüz tutmuş hayvanları takip ediyorlar. Ama internet üzerinden. Onlar için para topluyorlar, bağışta bulunuyorlar ama internet üzerinden.
Ya da eski rock yıldızlarını efsaneleştiriyorlar, sonsuz müzik dinliyorlar, hayal dünyalarında kayboluyorlar, hep internet üzerinden.
Kitaplar getiriyorlar, yine internet üzerinden.
Yeter ki onlara kimse odandan çık, hayata karış demesin.
“Evladım” dedi Betûl Hanım, “Gelecek iyi değil... Sonumuz kötü...”
Başka trendlerden de söz etti, İngiltere’de yaşlı bir kadın evinde ölüyor, ölüsü ancak iki yıl sonra bulunuyor, eve girenler bakıyorlar televizyonu hâlâ açık. İki yıl boyunca kimse mi ziyaret etmedi, kimse mi aramadı? Evet. Neden? Çünkü herkesin işi vardı, herkes kendi hayatının dertleriyle aşırı meşguldü, herkes dünyanın başka bir yerdeydi...
“Aile kavramı da değişiyor artık” diyor Mardin, “Globalleşme filan falan, herkes dünyanın başka bir yerinde, o zaman da aile diye bir şey kalmıyor, evet seni çok seviyorlar ama hep meşguller... Tabii bu yaşlanan anne ve babalarla ne olacağı da meçhul, çünkü insan ömrü de uzuyor, onlar da hayatta... İşiniz var yani!”
HAMİŞ
ZEHRA Teyze iyi. Dizden yana sorunu yok. Rahatladı. Ama bu sefer de başka bir sorunla karşı karşıyayız. Sormayın çok dertliyim: Meğer daha ciddi mesele şekeriymiş. Onun haberi bile yokmuş. Kim ona ne yemek verirse yiyor, perhiz filan yapmıyor. Du... Hastanede bu gerçek ortaya çıkıncaya kadar. Doktorum Evde Bakım Hizmetleri söz verdikleri gibi 15 gün ona baktı, hâlâ da bakıyor. Perhiz yemeği yediğinde şeker kontrol altında ama gel de ona anlat, pilav milav yediğinde yükseliyor. Zor bir durum ve ben korkuyorum. Doktorum Evde Bakımcılar fazlasıyla baktılar, artık gidecekler. Ben de Alya’yı Bodrum’a götüreceğim. Bu kadına ne olacak? Bir hastanede bir hafta on gün kalıp ciddi bir şeker takibine ve tedavisine ihtiyacı var ki... Bu işin ehemmiyetini fark etsin ve bundan sonra kendi başına hayatına devam edebilsin... Hayırseverlere duyurulur...
Paylaş