DÜN yazdım. Gerek Milli Görüş, gerekse Gülen Hareketi Türkiye’nin siyasal ve sosyal tarihinde rol almış en önemli
örgüt/hareketlerdendir. Tabana ulaşma gayretlerinde diğer kesimlerden çok daha başarılıdırlar. Ancak Milli Görüş özünde bir siyasi örgütlenmedir. Siyasi hedefleri her dönem açıktır. Gülen Hareketi ise sosyal, hatta ekonomik alanlarda aktif, ama siyasete yukarıdan bakan, her dönem siyasi hedefleri global hedefler ile şekillenen bir yapılanmadır. Milli Görüş “ötekiler” ile uzlaşmaya göreceli olarak daha uzak, Gülen Hareketi daha yakındır. Gülen Hareketi ABD ile yakındır, hatta “ılımlı İslam” doktrininde en azından model olarak rol almıştır. Milli Görüş ise Batı’da herhangi bir müttefik arayışında değildir. Müttefikleri daha çok Ortadoğu’da mücadele veren İslamcı siyasi örgütler olmuştur. * * * Önceleri sadece bir tek partiye değil, kendisine kucak açan tüm partilere destek veren ve herkese aynı mesafede duran Gülen Hareketi 2007 seçimlerinde merkez-sağ çuvallayınca, tarihinde ilk kez tek bir partiye, AKP’ye destek vermek zorunda kaldı. O tarih itibari ile CHP’yle arası ise bir türlü ısınmıyordu. Belki de Hareket’e yön verenlerce de öngörülemeyen, Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu’nun merkez-sağı arapsaçına dönüştüren beceriksizlikleri “tek parti ile ittifak mecburiyeti”ni doğurdu. Bunun sonucu olarak da maalesef, 2007 sonrası beni sükut-u hayale uğratan gelişmeler oluştu. Bu tarihten sonra Gülen Hareketi adeta kendi ufkunu daralttı, hükümetin apansız savunucusu haline geldi, zıt kardeşi Milli Görüş ile halvet oldu. Bir zamanlar Türkiye’nin en ciddi gazetelerinden olan Zaman maalesef “Hükümet organlığı”na soyundu. Milli Görüş ile AKP hükümeti içinde kurduğu “koalisyon” kısa sürede belirli çevrelerde “28 Şubat’ın intikamı” için oluşturulan birliktelik olarak yorumlanmaya başladı. Ergenekon Davaları’ndaki bazı abuk gelişmelerde hep “Gülenciler”in parmağı arandı. Zamanla Gülen Hareketi ile eşleştirilen bürokratların özellikle Emniyet Güçleri, Adalet mekanizması ve hatta gizlice TSK’da etkin/yön verici olmaya başladıkları çok değişik çevrelerde konuşulmaya başladı. Fethullah Gülen “gatakulli” söylemini ortaya attığında çok ama çok şaşırdım. Benim dünyada ancak Dala Laima ile mukayese ettiğim bir lider kendine muhatap olarak yapacağı “darbe”yi yüzüne gözüne bulaştırmış bir “darbeli paşa”yı muhatap alıyordu! * * * 2007’den sonra Gülen Hareketi ile AKP hükümeti (Milli Görüş) arasında yaşanan “seviyeli birliktelik” bazı çevrelerce “Gülen Hareketi’nin gerçek yüzü ortaya çıktı”, şeklinde yorumlandı. Özellikle “Laikçi” çevreler Gülen Hareketi’nin baştan beri takiye yaptığını, şimdi güç ellerine geçince mutlak iktidara oynadıklarını söylemeye başladılar. Ancak benim anlayamadığım bir konu vardı. Milli Görüş ile Gülen Hareketi, hedeflerinde birliktelikler olsa da, yöntemleri itibari ile bir araya gelmeleri çok zor iki yapı idi. İki tarafın 2002 öncesi birbirleri hakkındaki görüşlerini bizzat bilen bir insan olarak bu “koalisyon”a çok şaşırıyordum. Bu birliktelik artık hal-i hamur mu olmuştu? Yoksa, birlikteliğin sınırları var mıydı? (Yarın devam edeceğim.)