Paylaş
Almodovar’ın “Yüksek Ökçeler” filmindeki gibi. Fotoğraf: Senih GÜRMEN
İnsanlar sokaktan geçiyor, ama sen dizlerine kadar olan kısmı görüyorsun.
Top oynayan çocuklar görüyorsun.
Bir karton kutuyu paylaşmaya çalışan iki sokak köpeği görüyorsun.
Ve sesler duyuyorsun, hayatın sesleri...
İçeride 74 yaşında, yaşlı bir teyze var; Zehra Teyze.
Yatağın üzerinde oturuyor.
Ben de yanındayım.
*
O, tek başına bu bodrum katında yaşıyor.
Kimsesi yok.
Onun yalnızlığı, beni bıçak gibi kesiyor.
Mevsimler değişiyor, karlar, yağmurlar yağıyor, güneş açıyor, yıllar geçiyor; o hep bu bodrum katında bir başına. Yakınlarda bir lokanta var, ona yemek veriyorlar, verirlerse yiyor, vermezlerse aç.
Peki, bu kadın nasıl yaşıyor?
İstiklal’de selpak ve yara bandı satıyor.
Bazen günde 10, bazen 15 lira kazanıyor, belli olmuyor.
Ama bu aralar dizleri kötü, o yüzden sokağa da çıkamıyor, hep evde.
Yine de nasıl bir şeyse, şikâyetçi değil, “Bu da benim alın yazım. En azından kafamı sokacak bir yerim var. Bir sürü insan için bu bile bir lüks” diyor.
Evi tertemiz.
Ayakkabılarımı çıkarıp giriyorum.
“Aman kızım, yere yalınayak basma, karnın ağrır” deyip duruyor, verecek terliği olmadığı için çok utanıyor.
“Boş verin, ne terliği” diyorum, ama o ikide bir, “Karnın ağrıyacak evladım” diyor.
Ev, bir odadan oluşuyor.
Bir yatak var. Tam karşıda, bomboş bir duvarda kırık bir ayna. Gözüme bir Kuran ilişiyor. Promosyon bir saat asılı bir tarafta, tik tik tik sesi geliyor. Ortada bir masa var, üzerinde bir sürü su şişesi. En büyük lüks de, fi tarihinden kalmış bir televizyon, bir iskemlenin üzerinde duruyor.
Teyze gururla, “Çamaşır makinem de var” diyor.
Ama yani nasıl bir yalnızlık, nasıl bir sefalet, tarif edilir gibi değil.
İnsan ona bakıp, onunla bir iki kelam laf edip, “Sus teyze, sus” deyip ağlamak istiyor, onun kaderine, başına gelenlere...
Ağladım zaten.
Ama onun aklı hâlâ yere basan ayaklarımdaydı, “Karnın ağrıyacak kızım” diyordu.
Ve hiç anlamadı, neden Yarım Kalan Hayatlar için onun hesabına 20 bin TL yatırmak istediğimizi...
Hiç iyilik yapanı olmamış ki...
Prof. Dr. Teksen Çamlıbel’le İstinye Park’ta gerçekleşen HPV virüsü ve rahim kanseri ile ilgili söyleşimden gelen 20 bin TL, Zehra Teyze’nin hesabına yatırıldı.
Bu aşağıda okuyacaklarınız, onunla yatağının üzerine otururken konuştuklarımız...
Hayat, yarı aç yarı tok sürünerek geçti
- Siz çok beyaz tenlisiniz, Rumeli göçmeni filan mısınız teyzecim?
Evet, annem Romanyalı, babam Uşaklı. Evlenmişler. İşte biz dünyaya gelmişiz. Üç kardeşiz, birisi öldü, iki kardeş kaldık. Kardeşimi de yıllar oldu görmeyeli, nerede olduğunu bile bilmiyorum.
- Hayatınız nasıl geçti?
Nasıl geçecek. Hep mücadele. Orada çalış, burada çalış.
- Mutlu bir çocukluk mu?
Yok, evladım. Perişan. Annemin gözleri görmüyor. Babam onu bırakıyor. Biz de orada burada sürünerek büyüyoruz.
- Baba ne iş yapıyor?
İşi yok, ne iş bulursa onu yapıyor. Annem de gözleri gördüğünde evlere temizliğe gidermiş. Sonra çalışamaz oldu.
- Okula gittiniz mi?
5’e kadar okudum. Sonra bir süre hemşirelik eğitimi aldım. Hem hemşirelik yaptım, hem dokuma fabrikalarında çalıştım. Hayat, yarı aç, yarı tok sürünerek geçti. Şikâyet gibi algılama ama ben pek gün yüzü görmedim. Gerçi artık bu perişanlığa da alıştım. Bu benim hayatım, kaderim, alınyazım. Yine de iyi kötü bir işim var. İstiklal’de selpakla yara bandı satıyorum. Bazen günde 10 lira, bazen 15 lira kazanıyorum. Köşedeki lokanta yemek veriyor. Verirlerse yiyorum.
- Vermezlerse?
Her şeye alışıyorsun kızım, açlığa da.
- Yalnızlık?
En fenası o. Şu bodrum katında ölsem kimsenin haberi olmaz.
- Hiç evlenmediniz mi?
14’ken bir adama verdiler, köyde çobandı. Kaçtım. Ben hep çalışacak yer, sığınacak koltuk ve güvenecek insan evladı aradım. Sahip çıkan olmadı.
- Hiç sevdiğiniz biri olmadı mı?
Oldu ama beni isteyeni ben istemedim, benim istediğim de bana sahip çıkmadı...
- Bu evde kaç yıldır yaşıyorsunuz?
18 yıldır.
- Yalnızsınız ya, insan çıldıracak gibi olmaz mı? Kediniz filan da yok...
- Ben kendime bakamıyorum kızım, ne kedisi.
- Kiminiz kimseniz yok, insan kafayı tırlatmaz mı?
Aklıma mukayyet olmam lazım. Tırlatırsam kim bana sahip çıkar? Kim elimden tutar, bana akıl verir. 74 sene kimse vermemiş.
- En çok kimi sevdiniz hayatta?
Annemi. Zavallıydı. Benden bile zavallıydı. Çok üzüldüm ölünce.
- Selpak işi nereden çıktı?
10 senedir yapıyorum. Belediye kovaladı beni. Sonra bir gün yalvardım, “Oğlum” dedim, “Benim kimim kimsem yok, bunları satmazsam ne yaparım, bana acıyın...” Göz yumuyorlar.
- Mendilleri nereden alıyorsunuz?
Mısır Çarşısı’ndan alıp bana getiriyorlar. Sami var, o da duvarda yürüyen akrep satıyor. Eve gelince televizyon seyrediyorum. Bir gönül oyalaması oluyor. Televizyona ek bir de bir çamaşır makinem var, geçip bakmak istersen...
- Yok teyzecim... Arada düşünüyor musunuz, “Keşke bir çocuğum olsaydı, bana baksaydı...”
Yok. Ben nasıl büyütürdüm ki onun bu halimle. Benden ona hayır olmazdı. İyi ki olmamış.
- “Neden benim alın yazım böyle” diyor musunuz...
Allah’ın takdiri bu, sorgulamak düşmez.
- Çok zor bir hayat... Ama her şeye rağmen yine de tek başınıza ayaktasınız... Ne mutlu size...
Evet, hâlâ mücadele ediyorum. Aman, taşa basma, karnın ağrır çocuğum. Sana bir şey ikram edemedim, özür dilerim, terlik de veremedim...
Paylaş