Paylaş
Sürpriz değil, ne zaman bir yargı kararı ortaya çıksa, iktidar anında karşı çıkıyor. O karar ister herhangi bir mahkemeden, ister Yargıtay, Danıştay ya da Anayasa Mahkemesinden, isterse Yüksek Seçim Kurulundan (YSK) çıkmış olsun.
Durun bitmiyor, hatta ve hatta o yargı kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) çıkmış olsun, örneğin türban kararı, eğer iktidarın felsefesine, aklındaki uygulamasına, kitlelerde cazibe yaratmasına denk düşmüyorsa, gözü hiç bir şey görmüyor. En ağır hücumlar başlıyor.
YSK referandum tarihini 12 Eylül olarak ilan edince, AKP hemen karşı cephede vaziyet alıyor. Çünkü, iktidarımız referandum süresinin 120 değil, 60 gün olmasını istiyor.
“Ben 120 değil, 60 gün dediiiim, bunlar nasıl olur da, 120 gün ilan edeeer” nidaları arasında, yumruklar sıkılıyor, dişler kilitleniyor.
SINIRSIZ İKTİDAR
AKP’nin YSK kararını eleştirmesi o kadar basit değil. Arkasında yatan mantık belli:
“Ben ne dersem o olacak.”
Bu mantık kendini her alanda gösteriyor. Başkanlık sistemi özlemiyle bütün ipleri eline almak sevdası, bunun açık kanıtı:
“Her şeye ben karar vereceğim, başka güç olmayacak.”
Meclis olmasa, seçim olmasa, yargı olmasa, çok daha iyi olacak ama, çaresiz onları da birer birer hizaya getirmeye çalışacağız.
Bizim aşina olduğumuz bu tavır yabancıların da dikkatinden kaçmıyor. Almanya’nın haftalık Der Spiegel dergisi, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sisteminden söz etmesini “onun sevdiği, istediği siyasal projesi” olarak nitelerken, bu yönde verdiği habere “sınırsız iktidar” başlığını atıyor. (Adı geçen dergi, 26.04. 2010, s.101).
Anayasaya göre, YSK kararları kesin. Yok böyle olmaz, şimdi bir anayasa değişikliği daha gerek, YSK kararlarının kesin olmasını önlemek, YSK üyelerinin seçimini yeniden belirlemek, YSK’nın yapısını değiştirmek gerek.
Demokrasi olsun, ama benim istediğim gibi.
Vakit, iki vakte kadar
DAHA önceki adı Akit. Yandaş medyanın en kuralsız, en nasipsiz, yerli, yersiz herkese bulaşan gazetesi.
Yayınlarında karşısına aldığı kişi ve kurumlara sadece doğrudan küfür eksik. Katılmadığı düşüncelere ve eylemlere hakaretin bin bir para. Günlük gazeteden çok, bir zamanlar teksir makinesiyle basılan marjinal fraksiyonların el ilanı gibi.
Yine bir hakaret davasında çok yüklü tazminat ödemeye mahkum olunca, Akit çareyi buluyor. Akit kendini kapatıyor, Vakit oluyor.
Fena fikir değil. İstediğine istediğin gibi hakaret et, tazminata mahkum ol, o parayı ödememek için, isim değiştir, başka bir şirket kur, başka bir başlıkla hakaretlerini sürdür. Tam, kanuna karşı hile.
Akit Vakit oluyor, ama hakaretlerin ve kasıtlı başlıkların sonu gelmiyor. Şimdi yine yüklü
miktarda tazminat ödemeye mahkum oluyor. O kadar büyük parayı ödemesi mümkün değil.
Formül belli. Muhtemelen ödemeyecek ve adını yine değiştirecek. En geç iki ay içinde, iki vakte kadar Vakit şirket olarak kendini feshedecek ve bir başka isim altında hakaretlerini sürdürecek.
Bugünkü iktidar onlardan memnun, büyük büyüklerimizin iç ve dış gezilerinde, onlardan birilerini yanlarına almayı ihmal etmiyor.
Ne de olsa, onlar yol arkadaşı.
Burjuva demokrasisi dersleri
ARZUHAN Doğan Yalçındağ ile belli bir aşamaya ulaşıyor. Şimdi Ümit Boyner ile daha da perçinleniyor.
Büyük sermayenin şemsiye kuruluşu TÜSİAD’a arka arkaya iki kadın başkan seçiliyor. İyi yetişmiş, dünyayı bilen, Batı kavramlarını, demokratik rejimin araçları ile yöntemlerini özümsemiş iki kadın.
Geçen dönem Arzuhan Doğan Yalçındağ’ı, şimdi de, Ümit Boyner’i izliyorum. Siyasal konulardaki çıkışları bütünüyle Batı demokrasisinde olması gereken kurallar dizisi. Kurumlardan değer yargılarına kadar.
Türkiye’de büyük sermaye uzun yıllar kendi ideolojisini oluşturmakta eksik kalıyor. Burjuva demokrasisi olmadan, büyük sermayenin kendini yenilemesi mümkün değil. Serbest pazar ekonomisi ancak burjuva demokrasisi ile gelişebiliyor.
O demokrasi aynı zamanda emekçilerin de önünü açıyor. O nedenle, TÜSİAD ile bazı işçi sendikalarının temel hak ve özgürlüklerde birleşmesi tesadüf değil.
Son dört yılda olduğu gibi, bugün de, TÜSİAD’ı izlemeye devam edin. Doğru şeyler söylüyor.
Paylaş