Paylaş
¡¡¡
Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunda ve bilhassa II. Dünya Harbi’nden beri Türkiye’de izlenen iç ve dış politikada Amerika’nın etkisi büyüktür. Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri dahi, Helsinki toplantısında ABD’nin Avrupalılara yaptığı baskı sonucunda başlamıştır. Cumhuriyeti inşa eden kurucu atalarımız Avrupa siyasetini ve Amerika’yı çok iyi okumuşlardı. Amerika’da ve Avrupa’daki gibi T.C. de varlığını sürdürmek ve gücünü korumak için bir “ulus devlet” olacaktı. Başka çare yoktu. Gayr-i müslim azınlıklar meselesi mübadele ile halledilmişti. Milli birliğin tek zayıf halkasını Kürtler teşkil ediyordu. Büyük devletlerin Türkiye’yi bu fay hattından çatlatmaya çalışacağı biliniyordu. Kurucularımız, bu çatlağı yapıştırmak için üç sütuna oturan bir “entegrasyon/bütünleşme strateji” geliştirdiler.
1. Kürtler, bireysel olarak Türklerle aynı siyasi haklara sahip olacaktı.
2. Öğrenimde, idarede, hukukta ve edebiyatta ortak dil Türkçe olacaktı.
3. Kürtler, sadece bir bölgede değil, yurdun her yerinde yaşayacaktı.
Bu suretle Türkçe konuşan ve bireysel haklar bakımından Türklerden hiçbir farkı olmayan ve ülkenin her yerinde oturan Kürtler, Wilson’un “self determinasyon” ilkesine dayanarak bir ayrışma (federasyon, otonomi, bağımsız bölge vb.) talep edemeyecekti. Maalesef, Cumhuriyet bu projesinde tam başarılı olamadı.Kısmen de olsa Türklerle Kürtler aynı dili konuşan ve aynı coğrafyayı bölüşen tek bir millet olarak varlıklarını sürdürebilirlerse bu da Cumhuriyetin yarım kalan bütünleşme stratejisi sayesinde olacaktır.
Son Söz: Amerika’nın yaptığını yap, dediğini yapma.
Paylaş