Paylaş
Araştırma sonuçları, hükümetin birbiriyle ilgisi olmayan Anayasa maddelerini neden birlikte oylatmak istediğini açıkça ortaya koyuyor.
Bütün maddeler birlikte oylandığında “evet” oyu vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 55.3 çıkıyor.
Bu normal, referandumlarda halkın değişimden yana oy kullanma eğilimi olduğunu biliyoruz.
Ancak, AKP’nin bu Anayasa değişikliğine gitmesinin asıl nedeni olan maddeler, halkta olumlu bir izlenim bırakmamış.
Ayrı oylama yapıldığı takdirde, HSYK ile ilgili değişikliğe “hayır” oyu vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 43.4 iken “evet” diyeceklerin oranı yüzde 34.6’da kalıyor.
Askere sivil yargı yolunun açılması da, Yüksek Askeri Şûra kararlarına dava hakkı da aynı şekilde halktan destek görmüyor. Parti kapatmalarında TBMM izni aranması hükmü de öyle.
Elbette şunu söylemek mümkün: Halk şu anda yapılmak istenen değişikliklerin ne olduğunu tam olarak bilmiyor. TBMM görüşmelerini, bununla ilgili iktidar ve muhalefet açıklamalarını dinleyecek insanlar fikirlerini değiştirebilirler.
Hiç kuşkusuz bu doğrudur, değiştirebilirler. Referandum sürecindeki kampanyalar da böyle bir etki yaratabilir.
Ama değişmeyecek şey çok açık gibi görünüyor bana:
Halkın yüzde 83.3’ü değişikliklerin ayrı ayrı oylanmasının gerektiği kanısında.
Ne kampanya yaparsanız yapın, ne demeç verirseniz verin kapatamayacağınız bir fark var burada.
Ama AKP’nin cesaret edemeyeceği konu da işte tam bu!
Çünkü amaç, Anayasa’da demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldırmak değil, yargıyı ele geçirmek. Bunu riske atamazlar, çünkü “Yüce Divan” tehlikesi başlarının üzerinde bir Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor!
Dışardan göründükleri gibi değillermiş
AKP’nin Anayasa değişikliği teklifinin daha önceden boş kâğıtlara atılmış imzaların üzerine yazıldığı artık iyice anlaşıldı.
Bu saatten sonra imzaları “ıslak” olanlarıyla değiştirmek belki şekil şartını yerine getirir ama meselenin özünü yok etmez.
Seçimlerde sandık başına gidip oy veriyoruz ve bizi temsil edecek milletvekillerini seçiyoruz.
Elbette ülkemizdeki garip demokrasinin bir sonucu olarak bize verilen isimleri seçiyoruz, onları da zaten partilerin genel başkanları seçiyor. Bir demokrasi için normal bir durum sayılmaz ama hadi diyelim ki bu “normal” bir şey olsun.
Sonra bu seçtiğimiz milletvekilleri, TBMM’ye gidince partilerinin grup başkanvekilleri önlerine birer tomar kâğıt uzatıp, “Şunları imzala bakalım” diyor.
Onlar da nasıl bir korku ve içgüdüyle bilinmez, önlerine uzatılan bu bir tomar kâğıdı imzalayıp, geri veriyorlar.
Sonrası artık parti yönetiminin insafına kalmış.
Üzerine küfürlü mektup yazıp sağa sola mı gönderirler, Anayasa değişikliği mi teklif ederler, kanun mu değiştirirler, tamamen keyiflerine bağlı!
Uçaklarda, lokantalarda, seyahatlerde AKP’li milletvekillerine rastlıyorum. Dışardan bakıldığında bayağı milletvekiline benziyorlar, kravatları, rozetleri, takım elbiseleri yerli yerinde.
Artık onlara başka bir gözle bakacağım sanıyorum.
Belli ki hiçbiri attığı imzanın gerçek sahibi değilmiş! Önlerine boş kâğıt uzatıldığında “Ben üstüne yazılanı görmeden, bilmeden imza atmam” deme cesaretine bile sahip değillermiş.
Yazık. Oysa dışardan bakınca ne kadar da ciddi görünüyorlardı!
Başsavcı disiplin kurmakta geç kaldı
İSTANBUL Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in, “Balyoz” dosyası ile ilgili savcıları görevden alma kararı, “yandaş medyada” tepkiyle karşılandı.
Sabah, “Muvazzafa balyoz yok” başlığı ile çıktı. Star, Başsavcı’yı da dosyanın içine koymuştu: “Savcı eylem planı”! Yeni Şafak “Balyoz’a darbe” başlığını atmıştı. Zaman da “Soruşturmaya başsavcı darbesi” diyerek, ruh ikizi Yeni Şafak’ın yolundan gidiyordu.
Yani bu arkadaşlara göre, savcıların gözaltına alma kararları doğru, Başsavcı’nın bunu durdurma kararı yanlış!
Sanıkları tutuklayan yargıçların “hukukçu”, serbest bırakan yargıçların “çete üyesi” olarak değerlendirildiği yandaş medya için uygun bir tutum tabii.
Önümüzdeki günlerde Başsavcı’nın başına nelerin geleceğini de hep birlikte izleyeceğiz. Çünkü bu AKP medyasının en iyi bildiği şey budur. Gazetelerini satmayı başaramazlar ama bir günah keçisi yaratmak ve onu hırpalamakta üzerlerine yoktur!
Başsavcı, keşke bu disiplin uygulamasını Ergenekon soruşturması sırasında da yapabilseydi.
Yazılmamış iddianamelerin basına sızdığı, sanık ifadelerinin dosyaya girmeden önce gazetelerde yayımlandığı dönemde bu yapılmalıydı. O vakit savcılık makamı bu kadar yıpratılmaz, hukuk ve kanun ayaklar altına alınmış olmazdı.
Ama “Başsavcı’nın telefonları da o zaman emrindeki savcılar tarafından dinleniyordu, nasıl disiplin kurabilirdi ki” diye soracak olursanız, haklısınız derim.
Sahi, ilgili kanunun hükümlerine uyulmadan yapılan dinleme ne oldu? Başsavcı, bunun sorumluları için bir takip başlattı mı? Kanun “Dinlemede suç bulunmazsa dinlenene haber verilir” diyordu ya?
Paylaş