Paylaş
Ama şimdi yazdıklarını okuyarak yeniden, yeniden tanıyorum...
Kafasının içinde dolaşıyorum...
Kendisiyle kurduğu ilişkiye, yaşadığı şehirle (İstanbul) kurduğu ilişkiye, dili kullanma biçimine, kendini ifade etme haline, cesaretine hayran oluyorum...
O kadar cesur ve yeni şeyler yazıyor ki...
Sizi gerçekten uyarıyorum, yeni bir kadın geliyor...
Blogcu- mlogcu anlamam...
Onu koy gazeteye, bir sürü çatlak okuru olmazsa ben neyim...
Ama gelmez, o ayrı...
Çünkü tezgahını kurmuş, kendi blogu ve takipçileri var, kendi yağında kavruluyor...
Ve inanılmaz güzel şeyler yazıyor...
Kısa, vurucu...
Sürekli bekliyorum yeni ne yazacak diye...
Beni nasıl şaşırtacak diye...
Bazen okuyorum ve diyorum ki, biz gazetelerde yazanlar halt etmişiz... Gerçekten... Bize değişim gerek... Yenilik gerek... Yaratıcılık gerek... Hayat gerek...
Bize Hazal gerek...
Gelecek Hazal...
İşte Hazal’dan bir yazı:
Sonuncu senfoni
Bugün “Nerede ne var?” yazısıyla başlayamayacak gün... Üzgünüm...
Babam (Mart 27, 1993) “Kapılar kapanmış!” dedikten sonra yere düştü. Kadıköy vapuruna yetişmeye çalışıyorduk ikimiz. Bir daha da geri gelmedi. O zamandır ne Beşiktaş iskelesine gidebildim ne de Şişli Etfal’e.
*
O adamı çok sevmişti. Biliyorum. Aylarca yanında bekledi. Serveti, işi, “Yaşamaya devam et!” diyen arkadaşlarını hiçe saydı. Ama hayat. Adil değil ki, cumartesi günüydü sanırım, yatağı boş bıraktı.
*
Telefonda haber verdiler bana. Apar topar gittim hastane odasına. Yanında oturup sessiz kalmaya. Hani belki de, su içmeye ihtiyacı olursa.
*
Mesaj geldi telefonuna: “Öksüzler kulübüne hoş geldin.” Yaş 52, yolun yarısında tek başına.
*
O gidince, “Şimdi ben sensiz ne yapacağım?” diye ağlamıştım. Kim pişirecek buzluktaki köfteleri, kim haber verecek son kullanma tarihini, kim yapacak muhallebileri, kim dolduracak asla, senin yerini...
*
Kalbinin en sızladığı anda, ağlayamazsın ya...
(Hazal Yılmaz/www.hazalyilmaz.com)
Seks de tenis gibi, bilen biriyle oynadığında keyif verir
Yıllar önce yazdığın bir yazı için sana teşekkür etmek istiyorum.
17 gibi küçük bir yaşta, ilk kez aşık olmuş, uçmuş, affallamış, salaklaşmıştım. Bana hiçe yakın bir değer veren bir adamla, bunu hiç de fark etmeyerek ilk kez birlikte olmuştum -seviştik yani. Derken yürümedi. Ben, ağla zırla ayrıldım.
Bir başkası girdi sonra hayatıma. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde okuyan iki genç insandık, güya modern tiplerdik. Yaş 20-21. Birlikte olduk. Ama ben onun ilkiydim, o benim değildi. Bunu çok dert edindi, onunla birlikte ben de dert edindim. Kendime kızdım, kendimi suçladım; evlilik öncesi sekse olumlu bakan ve hatta olması gerektiğini savunan ben, kendisiyle içten içe, çelişen bir duruma düştüm.
Olayın seninle ilgili boyutuna gelince, o zamanlar bir yazını kesip sakladığımı hatırlıyorum.
Seksi tenis ile ilişkilendirdiğin bir yazıydı. Tenisin, bilen bir insanla oynandığında keyif verdiğini, ancak beceriksiz insanların, bilmeyen biriyle oynamayı tercih ettiğini yazdığın bir yazı. İnsana kendini özgür hissettiren bir yazı. O yazı ve benim onu kesip saklamam -ki birkaç sene durdu bende- benim kendi gerçekliğimle aramda bir köprü oldu. Kendimin bilinçli olarak kuramadığı bir köprü. Yine gidip erkek arkadaşımla ondan önce yaşadıklarımın kötü ve olmaması gereken şeyler olduğunu konuşuyordum ve hatta buna kendimi de inandırıyordum ama o yazıyı, arada açıp okumak iyi geliyordu. İçimde bir yerlerde tanıdık bir şeyleri çağrıştırıyordu bana. 2.5 yıl sonra kendime ihanet ettiğimi fark ettim. Ve huzurlu, özgür bir insan olarak ayrıldım sevgilimden.
Şu anda mutlu bir beraberliğim var. Erkek arkadaşımla birlikte yaşıyoruz. Ve geçmişimizi sorgulamıyoruz. Ben işte sana yazı için, içimdeki benle bir bağ kurabildiğin için, kendime ihanet ettiğim sırada gerçek duygularımı bana hatırlattığın için teşekkür etmek istedim. Kendimi çözümleme kısmında kendimle ve geçmişimle yeni yeni yüzleşiyorum. Analitik psikoterapi :)
Bu yüzden biraz geç oldu ama yine de yazmak istedim. Sen bana kendimi iyi hissettirmiştin, belki ben de sana iyi hissettirmişimdir şimdi. (Fatoş A.)
İlk sevişmede suçluluk duygusu
Hem de nasıl! Unutmuştum o yazıyı, ne güzel bir insanın hayatına dokunabilmek. Ben de ne hatırladım biliyor musun şimdi: İlk sevişmemde, o kadar küçüktük, salaktık ve karşılıklı hiçbir şey bilmiyorduk ki, birdenbire her şey oluverdi. Son derece şefkatli bir biçimde. Kan man da olmadı. Ama yazık ki ben, uzun süre kan gelmemiş olmasının suçluluğunu çektim. Böyle manyaklık olur mu? Olur. Bu ülke, kadınlara her şeyi hissettirir. “Acaba benim daha önce biriyle birlikte olduğumu zanneder mi” triplerine girdim. Sonra ona da sordum, kayıtsızca “Yooo” dedi, ama yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Bakar mısın, birlikte bir halt yiyorsun, acı çekmedin diye, kan revan içinde kalmadın diye suçluluk duyuyorsun. Diyeceğim o ki, özellikle kadınların bir şeyleri fark edebilmesi için zaman gerekiyor. Ama zannetme ki ben her şeyi
çözdüm, yoo benim de hâlâ cebelleştiğim bir sürü
şey var. Konuştukça, öğrendikçe birlikte
aşacağız. Öptüm seni...
Hayatımdaki 2 Ömer
Sarhoş oldum mu aklım azalır...
Ayıldım mı sevincim dağılır...
Ne sarhoş ne ayık bir hal var ya?
İşte en güzeli öyle yaşamaktır!
(Ömer Hayyam)
Diyeceksiniz ki, bu fotoğrafla Ömer Hayyam’ın dizesinin ne alakası var? Çok haklısınız. Yok. Ama benim özellikle sevdiğim bir dize, fotoğrafa da bayıldım. Cem Talu çekti. İşte maaile, hepimizin yüzünde o “ne sarhoş ne ayık hal” varken...
Baba-oğul en gururlu halde
Madem bugün fotoğraflardan açıldı şansımız... Bu da Senih Gürmen ve oğlu Zeytin... Senih benim röportajlardaki partnerim... Ortağım... İş arkadaşım... Ben onun kadar çalışkan ve tutkulu bir fotoğrafçı tanımadım...
Bir araya geldiğimizde en çok ne mi konuşuyoruz?
Tabii ki röportajını yaptığımız insanları...
Sıkılınca...
Ben kızımı anlatıyorum, o oğlunu...
Şahane bir oğlu var...
Bakar mısınız Zeytin’e...
Tekirlerin en güzeli...
Allah onları ayırmasın!
Amin.
Paylaş