Paylaş
Bizim evde doğum günleri pek özel günlerdi. Ayça’nın, benim, babamın, annemin. İlla bir şekilde kutlanırdı hep. Hem de alengirli. Günler önceden planlanarak ve sürprizler düşünülerek…
Babam ve Ayça yazcı, biri Temmuz biri Ağustos. Ben ve annem kışcı, ikimiz de Şubat…
Ayrıca Şubat ayının bizim ailede bir farklılığı daha vardı. Babamın annemin evlenme yıldönümleri ve de sevgililer günü de Şubat ayında olduğundan…
Babamı elinde cüzdanıyla, “Of pofvari” en düşünceli gördüğüm ay da Şubattır bu yüzden…. (Babacığımız göremedi Ayça’nın Can Luka’sı da iki Şubatta geldi ve Şubat ayı bizim için iyice önem arz etmeye başladı.)
Hatırlarsınız değil mi? Eskiden doğum günleri evlerde yapılırdı. Aileden en yakınlar gelir, pasta kesilir, bolca resim çekilirdi…
Babamlı ev doğum günlerimi hiç unutmam. Babam da bendendi. Kutlamayı severdi, eşe dosta yedirip içirtmeye bayılırdı. Hatta benim hatırlayamadığım ilk doğum günümün, daha doğrusu ilk doğduğum günün hikayesi çok komik…
Annem sancılanır, hooop Zeynep Kamil Hastanesi.. Neyse kadıncağız ıkına sıkıla doğurur. Eee bir bakar biraz önce yanında olan kocası Tekin arazi…..
“Ay kocam nerde” derken, gecenin bir saati tüm Zeynep Kamil ayağa kalkar. Çünkü Tekin ne kadar canlı müzik yapan eş dost varsa hepsini hastaneye taşır “Kızım oldu ey ahali” diye çilingiri kurar.
Gel zaman git zaman bizim ailede doğum günleri çok özel günler olarak addedilir ve özel şekillerde kutlanırdı.
Bir doğum günümde hayatımın en büyük kabusunu yaşadım, tam beş Şubat ve ben üç aylık hamileydim. Hayatımdaki en yakın iki dostum, en canlarım o gün vefat etti, Adnan ve Füsun Kahveci…
O günden sonra her doğum günüm buruk geçti benim. Hele ki babam da gidince doğum günlerimi başladım es geçmeye. Kutladık tabi yine ama eski keyfi kalmadı işte….
Kızım büyüdü, doğum günleri yine kıymete binmeye başladı bizim evde. Niye mi? Şundan. Ben büyürken bana yapılan doğum günleri hayatımın en güzel günleriydi, aynı hazzı kızım da tatsın istedim, elimden geldiğince onun doğum günlerinde de, bana yaşatılanları yaşatmaya çalıştım….
Ailenden ne görürsen onu yapıyorsun işte. Mesela benim eski eşimin anne babası ayrı olduğundan adamcağızın doğum günü hiç kutlanmazmış. Benim doğum günü telaşları eşimi hep sıkardı. Hatta bir sene kendisine sürpriz parti yapmıştım da, adam mutlu olacağına tüm gece bana surat asmıştı…
Yine geldi Şubat ayı. Öncelik beni ezip geçen Can Luka’da. Şubatın ikisi, üç gün sonra da benimki, ayın beşi……
Bu seneki doğum günümdeki hislerim çok farklı benim. Boşandım, üzerimden kocaman bir tır geçti, neleri gördüm, nelerle savaştım, rüyamda görsem “Hadi len!” diyeceğim her şeyi birebir yaşadım, inandığım çok şeyin başka olduğunu gördüm, inanmadıklarımın inanmam gereken olanlar olduklarını bilinçledim. Acıların gebertir gibi olup, sonra dapat diye ayağa kaldırıp güçlendirdiklerine şahit oldum. Ayaklarının üzerine basmak gerektiğini, hayatta her ne olursa olsun her şeyi, inancınla, inanmakla, kendine güvenmekle değiştirebileceğini gördüm.
Gerek kendini, gerek etrafındakileri mutlu etmenin yolunun kendini sevmekten geçtiğini öğrendim….
“Baba beni niye bırakıp gittin?” demek yerine, Allah’a bana öyle bir baba ve o babayla sevgi ve anılar dolu bir hayat verdiği için şükür etmem gerektiğini anladım….
Öğrendiklerim öğrenemediklerimin yarısıdır elbette ama bu sene hayatımda ilk kez kendime doğum günü partisi yapmaya karar verdim…
İtiraf ediyorum buna niyetlenmemdeki en büyük nedenlerden biri, çene altımda kendini göstermeye başlayan üç parça kıl, sakaldan bozma….
Eskiden annem derdi, “Yaşlandığını çenenin altında çıkan kıllardan anlarsın” diye…..
Öylede olmaya başladı bende de. Üç beş gün kontrol etmezsem, altıncı gün aynaya bakınca cadıdan bozma bir görüntü sergiliyorum valla. Saçıma düşen beyazları es geçiyorum direkten..
Neyse işte durum bu. Bu sene kendime doğum günü partisi yapıyorum. Arkadaşlarıma sarılacağım, iki tek atıp bakarsınız naralar atarım, otuzdokuz oldum valla. Yaşanmışlıklarım elliler’ler tadında. Bir gece dağıtayım ben de….
Not: Doğum günümü kutlamam sizlerin sayesinde. Önce Allah’ıma, sonra anneme babama sonsuz teşekkürler….
Eh işte tamamdır ben piştim artık…..
Şu insanoğlu ne garip. Bir işte tutturana kadar deliler gibi çalışırız. Ne zaman ki yerimiz sağlamlaşır, su koyuvermeye başlarız.
İş ki tutturmayı becer, sonrası zaten kendiliğinden nasıl olsa gelir.
Kimse üstüne alınmasın, bunlar elbette genelleme ama her meslek dalında bu tip örnekler bulunmakta.
Adam senelerce okur avukat çıkayım diye, birilerinin yanında senelerce stajlar yapar, ayak işlerine bile bakar yükselsin diye. Tam iyi bir avukat olur, istediği yere gelir, sonra aldığı davalara bile girmez, yanındakileri koşturur işlerine.
Doktor çalışır durur profesör olucam diye ama ne hikmetse olduktan sonra okumayı, araştırmayı bırakır, olmuştur yani tamadır artık. Çok kere rast gelmişimdir profesörlerden daha bilgi sahibi pratisyen hekimlere..
Ressam senelerce adını duyurana kadar şaheserler çizer,seyretmeye doyamazsın. Ne zaman ki isim yapar, bakar ki ne çizse prim yapıyor bu çevrede, başlar abuk sabuk resimler yapmaya.Bizde adamın beş dakikada çizdiği anlamsız karalamanın karşısına geçer deriz, “Şahane, şahane. Bu adam üstün yetenek.”diye..
Ün kazanmış usta aşçılar, yıllarca uğraşır dururlar mutfakta, sonra açarlar bir lokanta, ellerine bıçak bile değmez bir daha….
En güzel örnek de politikacılar kesin. Koltuk öncesi, koltuk sonrası…
Şarkıcısı, türkücüsü, standupçısı da aynı değili mi? Ünlü olana kadar yaptıkları işlere bir bakın, bir de şimdikilere..
Bazı meslek dalları var ki, asla böyle bir şansları yok haliyle.
Askeri, polisi, belediyede temizlik işçisi, itfaiyeci, yani devlet memuru.
İşte yine durum ortada. En çok çalışan, en az kazanan kesimin hiçbir zaman “Tamam artık ben piştim” deme gibi bir lüksü olamıyor.
Her meslek dalındaki insanlarişlerini keşke evlatları gibi görebilseler. Anne babanın çocuğu kırk yaşına gelse bile nasıl “Tamamdır artık benim görevim bitti. Yayabilirim kendimi deme şansı yoksa, onların da olmasa.
Not: Bunları yazdım çünkü, dün tüm günüm üstlerine düşen görevi yerine getiremeyen ya da yamuk yumuk yapan insanlarla didişmekle geçti, kavga ettim yetmedi, bir de yazayım dedim, yazmak rahatlatır diye.
Paylaş