Paylaş
Olayların seyrine bakıp kendi kendime “İşler zaten hep çirkindi, daha da çirkinleşiyor eleman” çekmeden önce bu gerçeği bir daha hatırladım.
Eli kanlı katilin “Vicdani retçiyim” demesine ben ne diyeyim: “Hangi vicdan?” desem yeter mi?
Bildiğin katil, göz göre göre kahramanlık taslıyor.
Tahliyesinde giymek için mavi kazağını istemiş... Pardon, duygulanmak mı gerekiyor burada?
Senaryosuna balya balya dolar öneriliyormuş... Ağzımı bozmadan yorum yapamayacağım, affedin!
İncil yazacakmış, hem de gerçek olanını... Aferin! Ben de tam “Seni Allah’a havale etmek gerek” diyordum.
Bir sonraki aşama ne olacak?
Beymen Brasserie’nin önündeki masaya kurulup Helin Avşar’la “İşte burada vurdum Abdi Bey’i. Sana mesih olduğumu söylemiş miydim?” röportajı mı?
Veya “Ay kısıııım, haberlerde eski filmini gösterdiler. Ağca koşuyooodu; Naynwest tarafından gelip Sıkoç’a doğru koşuyodu kısssııım! Yine o mavi kazak, yıkılıyooo; biliyosun...” yorumları mı?
Dengemiz var mı bizim hakikaten?
Hatırla, unutma.
Bu adam mavi kazaklı çakma mesih değildir.
Bu adam gazeteci katilidir.
Kanlı maşadır.
Pusu kurmuştur.
Abdi Bey’i öldürmüştür.
Katildir.
Gündeme şiir doldu/Karmaya şair gerek
KADRİ Gürsel “İslamcı çevreler ve entelektüel faaliyetler” topunu ortaya yuvarladı, maç sert başladı.
Özdemir İnce Ağabeyim “Alayına isyan!” bayrağı ile Sezai Karakoç’tan girip “Takır tukur yavan şiirine dokunamazlar” dediği Necip Fazıl Kısakürek’ten çıktı.
Kekeç, bunun üzerine İnce’ye çeşitli kusurlu hareketlerden oluşan sert bir faul ile girdi.
Dün, hakkında hazırlanan belgeselden hareketle Sezai Karakoç için “O’nun Paltosu” başlıklı hisli bir yazı yazan Taha Kıvanç’ın önümüzdeki günlerde sessiz
kalmayacağı aşikâr.
“Vay sen Sultan-üş Şuara’ya nasıl takır ve de tukur dersin” çıkışları yoldadır yani.
Tahminim Ahmet Hakan’ın başını çekeceği başka köşecilerin de bu maça katkıda bulunacağı yönünde.
Şiir polemiğinin ateşine bir odun da ben atayım o zaman.
* * *
Özdemir Ağabey’e Hürriyet’in yeni yıl kutlamasında “Ömer Faruk Toprak gibi, haydi kötü demeyeyim, vasat bile olmayan bir şair o dönemde nasıl popüler olmuş olabilir?” diye sordum.
(Ö. F. Toprak’a saygısızlık etmek istemem fakat şiirleri hakikaten çok... Neyse, çok durgunmuş diyeyim.)
Özdemir Ağabey, “Başka derdin mi yok?” demedi; şiir üstüne tatlı tatlı konuşmaya başladık.
Gecenin sonunda ayakta iki şair kalmıştı: Fazıl Hüsnü ve Melih Cevdet Anday.
Gerisi bir şekilde, ince kıyım...
“Ya Edip Cansever?” diye atıldığımı, “İyi de şiirlerini yazıp düzeltirdi Edip” cevabı karşısında “Eee? Kötü bir şey mi ki bu?” dediğimi ancak çok şey öğrendiğimi hatırlıyorum o geceden.
* * *
Tabii olay şiir ise tartışmanın boyu köşeleri de aşar. Hükümetin bu durumda Sezai Karakoç/Necip Fazıl tarafında cephe oluşturacağı kesin.
Başbakan bugün Meclis’teki grup konuşmasını komple Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiirine ayırabilir mesela.
Bülent Arınç yine Kısakürek’ten “Gençliğe Hitabe”yi okuyarak Bakanlar Kurulu’nu, vekilleri ve misafir vatandaşlarla medya çalışanlarını perişan edebilir.
Ertuğrul Günay’dan bu süreçte “Nâzım’ın mezarını önce İstanbul’a getirelim, sonra Katmandu’ya, Sonra Kiribati’ye götürelim, 2010 sona ermeden yine
İstanbul’a getirelim” önerisi de beklentilerim arasında.
Şiir gibi memleket, daha ne istiyorsun?
Paylaş