Marka yaratmak, imaj korumak için sadece janjanlı reklam yetmez
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Neden marka yaratmak için yatırım yapanlar afet yönetimi ve iş sürekliliğiyle pek ilgilenmiyor?
“Nasılsa valilik, kaymakamlık ya da belediye bizim fabrikayı ya da iş yerimizi de afet planlarında dikkate almıştır” diye hayal kuranlara seslenmek istiyorum...
Gördüğünüz gibi depremler, seller, ekonomik koşullar ve kriz ortamındaki belirsizlikler, beklenmedik olaylar, büyüklüğü ve sektörü fark etmeksizin tüm kuruluşları etkiliyor. Kuruluşların, imajının zedelenmesi, ürün ya da hizmetlerine yönelik çıktılarını durdurabilecek herhangi bir olumsuz durumda en kısa sürede tekrar ayağa kalkarak hayata geçmesi “Afet Yönetimi” ve bununla ilişkili olarak “İş Sürekliliği Yönetimi” konusuna ne derece sistematik olarak yaklaştıklarına bağlı. Artan rekabet ile müşteriyi elde tutmanın gittikçe zorlaşması, organizasyonları hız, yenilik, kesintisiz hizmet gibi rekabet fırsatları yaratmaya yönlendirirken, kritik iş süreçlerini destekleyen altyapı (bilgi sistemleri, telekomünikasyon, elektrik, su, gaz) hizmetlerinin 24 saat 7 gün sürdürülmesi olmazsa olmazlar arasına giriyor. Bu sistemlerde meydana gelecek 1-2 saatlik bir aksama bile şirketin büyüklüğüne bağlı olarak ciddi kayıplara yol açabiliyor. Bilgisayar sistemlerinde ve iletişimdeki ciddi aksamalar organizasyonlardaki işleyişi önemli ölçüde etkileyebiliyor.
BİR SAATTE 6 MİLYON DOLAR
Örneğin Fibre Channel Endüstri Birliği’nin yaptığı bir araştırmaya göre, afet durumunda bir şirketin sadece bir saatte uğrayacağı kayıp, bir kargo şirketinde 28 bin dolar, bir menkul değerler şirketinde ise 6 milyon dolara yakın. Info Security dergisinde yayımlanan bir makalede etkin iş sürekliliği planlarının, kayıpları yüzde 90 oranında azalttığını belirtiliyor. Bunun yanı sıra olağanüstü bir durum yaşamış her beş firmadan ikisinin faaliyetlerini sürdüremediği, ayakta kalanların üçte birinin iki yıl sonunda faaliyetini durdurduğu belirlenmiş. Bilişim teknolojilerindeki güvenlik riskleri ve ağ yapılarındaki aksamalar bir yana, deprem, sel, fırtına gibi doğal afetler, sabotaj, donanım veya yazılım hatası, bir makine veya ekipman duruşu, nakliye aracının kaza görmesi, insani hatalar, sistemlerde meydana gelebilecek performans sorunları gibi önceden tahmin edilebilen ya da edilemeyen iç veya dış faktörler sonucu hasara uğrama ve ciddi bir felaketle karşılaşma olasılığı, tüm kurumlar için dikkate alınması gereken riskler arasında. Bu nedenle olağanüstü bir duruma ya da beklenmedik bir olumsuz duruma karşı hazırlıklı olmak ve organize hareket etmeyi planlamak büyük önem taşıyor. Ortaya çıkma olasılığı düşük olmakla birlikte gerek maddi boyutu, gerekse kuruluşların imaj ve itibarı göz önüne alındığında, olası kayıp ve etkisi yıkıcı boyutlarda olabilecek, acil ve beklenmedik bir duruma karşı afet acil yardım planlamasının önemli bir gereklilik olduğu görülüyor.
BİR KARIŞ SUDA BOĞULUYORUZ
Her kurumun kendi özelliklerine göre farklı bir afet acil yardım planına sahip olması gerekir. Bu planlar evresel standartlarda ve afet yönetim sistemi mantığıyla hazırlanmalı. Bu şekilde hazırlanacak plan kapsamında ve gerektiği yerlerde BS 25999 İş Sürekliliği Yönetimi (Business Continuity Management) gibi standartlar kullanılmalı. Ülkelere, yerel yönetimlere, kalkınma ajanslarına, kurum ve kuruluşlara, sürdürülebilir, kalkınma ve gelişme, paydaşlarının çıkarlarını, itibar, iş, marka ve değer yaratma faaliyetlerini korumak üzere yapısal bir çerçeve sunan, bütünsel bir yönetim sistemi olan “Afet Yönetimi” uluslararası düzeyde artık önemli bir rekabet unsuru. Bizde ise maalesef iş yerlerimiz bile hâlâ bir karış suda boğulabiliyor. Bu durumda beklenen İstanbul depreminin sosyo-ekonomik sonuçlarını düşünmek bile istemiyoruz! Bu arada dört gündür giripten yatan, yani damdan düşmüş biri olarak grip hakkında da bir not düşeyim. Okulda öğretmişlerdi: Aşı, salgınlardan korunmak için eldeki en önemli silahtır! Bu nedenle risk yönetimine alışık olmayan ülkemizde domuz gribi aşısına karşı çıkılması da büyük talihsizlik. Kriz yönetimine koşullanmışız bir kere, bize önce değil, hastalandıktan sonra vurulan türden bir “aşı” lazım!