Önce korktum, sonra rahatladım

9 Nisan 2009 tarihli yazımın başlığı şöyle:"Hoca bu konuyu niye açtı"

Bu yazıdan 3 gün önce "Herkül" adlı bir internet sitesine, Fethullah Gülen’le yapılmış bir mülakat konmuş.

O mülakatta Gülen’e ÅŸu soru sorulmuÅŸ:Â

"Seçim sürecinde irtica meselesi hiç gündeme gelmedi. Bu açıdan, artık Türkiye’de irtica oyununun sona erdiği söylenebilir mi? İrtica geri döner mi?"

Gülen
’in cevabı şöyle:

"Dün olduğu gibi bundan sonra da, dışardan da beslenen bazı şer odakları en samimi müminleri ve hakiki Müslümanları terörist gibi göstererek irtica yaygarası koparabilirler."

Bu mülakatı okuyunca o yazıda şu soruyu sormuşum:

"Hoca durup dururken bu konuyu niye gündeme getirdi?"

Yazı 9 Nisan 2009 günü yayınlanmış.

Taraf
Gazetesi’nin yayınladığı haberde sözü edilen "İrticayı Önleme Planı" hangi tarihi taşıyor? Nisan 2009...

Demek ki daha o günlerde böyle provokatif bazı girişimler olabileceği Fethullah Gülen’in kulağına kadar gitmiş.

* * *

Bu bilgiye sahibiz.

Ama henüz tam bilemediğimiz bir şey var.

Bu "provokatif hareketler" kimin tarafından yapılıyor?

Dün Türk basınına baktığım zaman korktum ve "Nereye gidiyoruz" dedim.

Ortada henüz gerçek olup olmadığı kesinleşmemiş bir belge var.

Ama kanaatler birbirine girmiÅŸ.

Basının bir bölümü, kanaatlerini kesin yargıya çevirmiş, kararını vermiş, infaza bile başlamış.

"Asker darbecidir."

"Hatta genelkurmay başkanı görevden alınmalıdır."

Bense, geçmişte ağzı bu tür belgelerden yanmış bir genel yayın yönetmeni olarak, kimseye kefil olamıyorum.

Bu belgenin doğru çıkması kadar, sahte çıkması ihtimali de var.

Buyrun Zahid Akman’ın elindeki belge.

Bu sahte belge ile mahkeme bile yanıltıldı ve Hürriyet’te yayınlanan haber için tekzip yayınlatıldı.

Yani sadece sahte bir belge ile Alman makamları yanıltılmıyor.

Türk mahkemesi de yanlış bir karara yöneltiliyor.

O nedenle kanaatimi her belirttiğim yerde, başına "Eğer bu belge gerçekse" ifadesini özenle yerleştiriyorum.

* * *

Türkiye’de toz dumana karıştı.

Birtakım sahte belgelerle, insanlar, kurumlar suçlanıyor, yerin dibine batırılıyor.

Çünkü bölünmüş, kutuplaşmış Türkiye’de artık herkesin kendine göre bir "gerçeği" var.

Genelkurmay’da hazırlandığı iddia edilen "plan"ın sahte mi gerçek mi olduğunun kesinlikle belirlenmesini kimse bekleyemiyor.

Bir bölümün kafasında "Asker darbecidir" inancı.

Bu inanç, kesin yargıya dönüşmüş.

Peki bu duruma nasıl geldik?

Geldik, çünkü her kurumun sicilinde buna benzer olaylar var.

Askerin sicilinde ne gerçek andıçlara tanık olduk.

İyi ama sivillerin sicili çok mu daha temiz?

Ergenekon dosyasında hiç mi sahte belge yok?

Böyle bir kutuplaşma noktasına geldiğimiz için çok korktum.

* * *

Ama bu korkumu hafifleten çok önemli üç gelişme oldu.

Başbakan Erdoğan’ın Genelkurmay Başbakanı ile yaptığı görüşme çok önemliydi.

Oradan çıkan Başbakan’ın AKP Grubu’nda yaptığı konuşma bana göre çok çok olumluydu.

Yani, yayınlanan belgenin sahte olması ihtimalini de dikkate alan, temkinli bir yaklaşımı benimsedi.

Üçüncü önemli gelişme ise askeri bir yetkilinin Emniyet Genel Müdürlüğü’ne giderek, ortak bir çalışmayı başlatması oldu.

Bence kanaatleri kesin yargılara dönüştürmeden, olayın her tarafını çok dikkatle ve önyargısız biçimde inceleyerek gerçeği bulmaya çalışmalıyız.

Gerçek kim için acıtıcı olursa olsun, sonunda Türkiye’nin lehine olacaktır.

İster askeri cephede birtakım kötü niyetli insanların girişimi olsun, ister sivil tarafta.

Çünkü her ikisi de demokrasimize, huzurumuza kasteden çok tehlikeli suçlardır.

Samimiyetle ve dürüst bir tavırla üzerine gitmeliyiz.
Yazarın Tüm Yazıları