TEKNİK direktörün bir futbol takımının başarısına ya da başarısızlığına katkısı hep tartışma konusu olmuştur. Kimi zaman göklere çıkartılır teknik direktör elde ettiği başarılar yüzünden. Kimi zaman da en acımasız eleştirilerle karşılaşır. Bazen bu iki tepki arasında sadece birkaç gün olabilir. Çok çok büyük beklentilerle göreve getirilen isimler hayal kırıklığı yaratabilir. Ya da "bir deneyelim" dediğiniz teknik adam kulübünüzün tarihini değiştirebilir.
Fatih Terim Galatasaray’da göreve geldiği ilk yıl, ilk derbisinde üstelik Ali Sami Yen’de Fenerbahçe’ye 4-0 yenilmişti. O sezonu derbi kazanamadan şampiyon tamamladı. Üç yıl üst üste şampiyonluk kazandıktan sonra camiada "Türkiye’de iyi ama Avrupa’da yetersiz" sesleri yükselmeye başladı. Bu sesler, Ali Sami Yen’deki 5-0’lık Chelsea hezimetinden sonra tavan yaptı, kulüp karıştı. Ama kriz yönetimi başarıyla yürütüldü ve sarı-kırmızılı takım Türk futbol tarihinin en büyük kulüp başarısını kazandı. Ardından Fatih Terim dünyanın en büyük 10 kulübünden biri olan Milan’da görev aldı.
Her teknik direktörün Terim gibi bir hikayesi olmayabilir. Ama bir yerde başarılı olamayan teknik adamın birkaç yıl sonra dünya futboluna damga vuramayacağını kimse iddia edemez. Fenerbahçe’de tarihi Aydınspor, Sarıyer, Eskişehirspor yenilgilerini yaşayan Hiddink şu an dünyanın iki gözde takımını birden çalıştırıyor.
Joachim Löw Alman Milli Takımı’nın başında. Fenerbahçe’deki ikinci yılında başarılı olamayan Mustafa Denizli Beşiktaş’ı ayağa kaldırdı. Beşiktaş’ta istenmeyen Ertuğrul Sağlam Bursaspor’un umudu oldu.
***
Evet, her teknik direktörün bir hikayesi vardır. Yönetimlerin, özellikle başkanların arkasında dimdik durduğu teknik direktörlerin başarılı olma şansının çok daha yüksek olduğu da ortada. Ama başkanların arkasında duracağı teknik direktörü iyi seçmesi de işin püf noktası.
Luis Aragones yanlış seçimdi. Başından beri bunun çok açık belirtileri, göstergeleri vardı. İpuçlarına bakıp bu işin sonunun tatsız olacağını kestirmek kolaydı. Ama Fenerbahçe Aragones’i seçti. Real’in, Chelsea’nin, Bayern’in, Beşiktaş’ın gösterdiği refleksi göstermedi, sezonu onunla tamamlama kararı aldı. Sonuç ortada. Uzun uğraşlar sonrası kazanılan birçok değer kaybedildi. Şampiyonlar Ligi’ne katılmayacak Fenerbahçe. Tek bir genç ortaya çıkmadı. Alınan transferlerden yararlanılamadı. Zico’nun döneminde ortaya çıkan sürpriz isimlerin düzeyi geri gitti. Galatasaray derbisi dışında tek bir maç "fantastik" şekilde kazanılamadı. Kadıköy’ün büyüsü bozuldu. Seyirci heyecanını yitirdi.
Aragones, Zico’nun taktik düzeninin dışına hiç çıkmadı. Hiçbir maçta "ekstra katkı" yapan hamleler üretmedi. Bütün bunlara karşın bu sezon dünyanın en çok kazanan teknik adamlarından biri oldu.
Korkmaz ve Guardiola
Bülent Korkmaz da hataydı.. Galatasaray camiasında istikrara ve kendi içinden çıkan isimlere inanan kişiler dışında hiç kimse Bülent Korkmaz’la Galatasaray’ın büyük başarılar kazanacağına inanmıyor. Çünkü futbol sadece "Ben bilirim, ben büyük futbolcuydum" mantığıyla yürümüyor. Disiplin gösterileri yıldızları kaybederseniz geçerli olmuyor..
Sezon ortasında Guardiola bir idmanda Etoo ’yu iyi çalışmadığı ve laubali davrandığı için uyardı. Kamerunlu yıldız yanıt verince idmandan kovdu. Hafta sonu Eto’o ilk onbirde forma giydi, iki gol birden attı. Barça’nın Guardiola ile geldiği yer belli. Eto’o da ligin gol kralı. Yani iki inatçı keçinin mücadelesinde kazanan Barça oldu. Çünkü keçilerin ikisi de birbirlerine ihtiyacının olduğunun farkındaydı.
Bülent Korkmaz açısından sadece Lincoln ile ters düşmesi, Kewell’ı stoper oynatması, futbolculara yeteri kadar güven vermemesi konuşuldu. Ama daha ilk haftalardan itibaren Galatasaray’ın saha içi zenginliğinin azaldığı ve Skibbe zamanındaki ofansif gücün yok olduğu dikkat çekmedi. Şansa atılan gollerle kazanılan maçlar Korkmaz’ın taktik zafiyetini gizledi.
Bugün herkes maçları televizyondan seyrediyor. Aragones de Korkmaz da tahmin edilebilen takımları sahaya çıkarıp, tahmin edilebilen oyun tarzıyla oynuyorlar. Oyuncu değişikliklerinde yaratıcılık yok. Kötü giden bir maçta oyuncuları kazanmaya inandırabilecek karizmaları yok. Birbirleriyle oynadıkları ilk maç bile derbi tarihinin en zevksiz, kalitesiz ve gerilimli maçlarından biriydi.
Çok çalışkanlar ama
Aragones günümüz dünyasının çok uzağında bir çalıştırıcı. Yaratıcılıktan, taktik ustalıktan uzak.
Bülent Korkmaz da kendisinin göreve gelmesinde etkili olan eski arkadaşlarına karşı duygusal tavırlar içinde. Hasan Şaş’ı aldığı her maçta skor olarak geri gitti. Ümit Karan’ı en önemli derbide ilk onbirde oynattı. Orta sahayı birbirinin kopyası Barış, Ayhan, Mehmet Topal, Mehmet Güven gibi isimlerle doldurdu.
Bu pazar yazısının amacı ne Aragones’i ne de Korkmaz’ı karalamak. İkisi de çok çalışkan, çok dürüst, çok istekli insanlar. Ama taktik zekaları, futbolcularla ilişkileri, medyayı kullanma kabiliyetleri, toplumu yönlendirebilme özellikleri çalıştıkları takımların ağırlığını kaldıracak düzeyde değil. Finali Türkiye’de oynanacak bir kupada Hamburg, Bremen, Shakhtar, Kiev gibi Fenerbahçe ve Galatasaray’ın alt seviyesinde takımlar final oynuyorsa bunun sorumlusu bu seçimlerdir.
Geçen sezon Avrupa’nın en büyük kupasında ilk sekize giren bir takım Hacettepe, Gençlerbirliği, Ankaragücü, Kocaeli, Belediye gibi takımlara karşı aciz kalıyorsa bunun sorumlusu bu seçimlerdir. Hiç kimse "Transferler yanlış, kadro yetersiz" demesin.. Çünkü bu iki teknik adam lider Sivasspor’un başında olsa küme düşme tehlikesiyle baş başa kalırdı.
Fenerbahçe ve Galatasaray potansiyellerini kullanmak istiyorlarsa yerli ya da yabancı ama "taktik zekaları ve yıldızlarla iletişimi" güçlü çalıştırıcılar bulmak zorunda. Hem de çok geç kalmadan..