BEŞİKTAŞ, ilk maçta yakaladığı farklı sonucun rahatlığını İnönü’ye taşıdı. Ancak rahatlıkla umursamazlık arasındaki farkı kavramakta gecikince, yedikleri beklenmedik bir gol ile uyandılar.
Meye’nin golünde topun ve pozisyonun çevresindeki hiçbir savunma adamı rakibi engelleme gibi bir girişimde bulunmadı. Ailece seyrettiler ve adeta gole yardım ettiler.
Oyunun ilk yarısında Beşiktaş’ın hücum organizasyonunda çektiği sıkıntılar, net bir biçimde hissedildi. Oysa Yusuf ve Delgado’nun birlikte yüklendikleri görevin Beşiktaş’ı hücum yollarına daha etkili ve bilinçli koşturacağını düşünüyordum.
Holosko’nun golünden sonra bu ikilinin biraz hareketlenmesi, Beşiktaş’ın pozisyon sayısına farklılık getirdi.
Bobo, yanında bir adam bulursa, kendisi ile birlikte onu da oyuna ve pozisyona zorluyor.
Yusuf Şimşek ile birlikte kurdukları hücum tezgahında zaman zaman iyi işler yaptılar. Ancak, bunu oyunun daha geniş dakikalarına yaymakta zorlandılar.
Ekrem Dağ, taşıdığı enerjiyi hiç esirgemeden harcıyor. Sağ kulvarda bir trafik canavarı gibi. Yıkarak gidip-geliyor. Ama taşıdığı topları değerlendiremiyor.
* * *
BAZI anlarda kolayca hissettim. Beşiktaş, kupayı oynarken aklı zaman zaman pazar günü gideceği Eskişehir deplasmanına kayıyordu. Bu saplantı bir ara oyunu ve skoru zora soktu...
Mustafa Denizli’nin Sivok’u oynatmaması ve Tello’yu uzun süre kenarda bekletmesini de olası bir sakatlık veya karttan kaçış gibi yorumladım.
Bir bakıma hocanın da aklı Eskişehirspor maçındaydı!
İbrahim Toraman’ın yokluğunda Ankaraspor, Beşiktaş savunma bölgelerine beklenmedik transit girişler yaptı. Son vuruşlarda biraz daha dikkatli davransalardı sonuç değişebilirdi.
Holosko, topu önünde buldu mu veya stiline uygun bir pas aldı mı gözle kaş arasında Beşiktaş’ı rakip yarı alanına taşıyor. Beşiktaş, Holosko ile bu bağlantıyı neden sık sık kurmaz anlayamıyorum.
Ernst mi? Kurulmuş pilli oyuncak gibi. Kurup bırakın, oyunun sonuna kadar koşsun, dağıtsın...
Beşiktaş finale kalmayı başardı. Ama oyunun son dakikalarında yaşadığı korkuyu bir de ona sorun.