Türklük ve Türkiyelilik (II)

20. yüzyıl başının ilk çizgi-romanı olan ve Fransız desinatör Joseph Pinchon’un Brötanyalı hizmetçi kız "Becassine"yi yarattığı albümlerden birinde şu porte de yer alır:

O "Becassine" bir vapur güvertesinde, başı fesli, sırtı stambulinli, karnı göbekli ve dili riyálı bir zata rastlar ki, bu çok tipik "şarkiyatçı" çehre okuyucuya "Türk" diye takdim edilir.

Sonra, aynı şahsın Osmanlı tebasından ve İsevi inançtan bir Levanten olduğu anlaşılır.

Ardından, senaryo icábı hazret kendi "gerçek" (!) kimliğini hatırlayacak ve hem avanak, hem de cingöz hizmetçiye yardım edecektir ama, burası bizim konumuza girmiyor.

Bizi ilgilendiren noktayı, yukarıdaki tatlısu Frenginin gerek maceranın başında, gerekse etnik ve dini aidiyeti anlaşıldıktan sonra bile "Türk" diye tanımlanması oluşturuyor.

***

İMDİİ, baştaki "oryantalist" şaklabanlığa ve "benmerkezci" Batı kibrine haklı bir küfür savuralım ama yine de kabul edelim ki, çizgi-romanın "Türk" genellemesi ülkemizde mevcut "Türk" tanımıyla tamamen uyuşuyor. Ezeli "resmi ideoloji"mizle tıpatıp benzeşiyor.

Zira demek ki "sıradan Avrupalı", İmparatorluk döneminde dahi, farklı etnik ve dini köken taşısa bile tüm Osmanlı ahalisini "Türk" addediyordu. Irk ve iman káale alınmıyordu.

Ne álá, o halde, "ulus-devleti"ni de çoktan inşa etmiş bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yurttaşlarını aynı kelimeyle sıfatlandırmasından daha doğal ve daha normal ne olabilir?

"Türkiyeli" gibi, yoktan bir kelime icád etmek "uydurmasyon" değil de nedir?

***

İŞTE gördünüz, ben ki ezelden beri bu "Türkiyeli" ifadesini savunuyorum, yine de kendime karşı şeytanın avukatlığını yaptım. "Türk" genellemesine ilişkin örnekle başladım.

Tamam da, "Becassine" istediği kadar bütün Osmanlı tebasına aynı unvanı versin; 20. yüzyıl başının Fransız desinatörü istediği kadar Levantenleri, Rumları, Ermenileri vs.’yi okuyucusuna aynı kategorinin insanı olarak sunsun, buradaki y-a-n-l-ı-ş değişmez!

Çünkü, özne gönüllü biçimde kabullenmediği müddetçe, her hangi bir "öteki"nin ona verdiği ad hiçbir kıymet-i harbiye ifade etmez. Çizgi-roman karesinde kalmaya mahkumdur.

Artı, aynı "öteki"nin Avrupalı, Batılı falan olması ne bu yanlışı doğru kılmaya; ne de, "medenidir" (!) diye benim onun cehaleti karşısında boyun eğecek kadar küçülmeme yeter!

***

HER şeyden önce, bir Osmanlıyı, üstelik de Hristiyan ve tatlısu Frengi bir Osmanlıyı "Türk" diye sunan Pinchon’un buradaki "hariçten gazel okuma" avanaklığı göz çıkartıyor.

Zira ilkin, Levantenler kimliklerini daima "Şark Latini" veya "Doğu Katoliği" diye tanımlamışlardır. Dolayısıyla, eğer maceranın fesli ve stambulinli tatlısu Frengi, "Becassine"nin kendisine "Türk" dediğini gerçekten işitmiş olsaydı, hizmetçi kızı anında boğazlardı.

Bırakın onu, hakiki etnik Türk ve İslam olan ve o fes ve stambulinle şehirlilik edinen insanların ezici çoğunluğu dahi, albumün yayınlandığı tarihte "elhamdülillah Osmanlıyım" derlerdi ki, nokta! "Etrak-ı bi idrak"tan addedilmeyi hakaretin daniskası sayarlardı.

O halde demek ki, Fransızın bir "öteki" olarak şunu veya "Türk" diye genellemesi, geçtim Katolik İseviyi, Müslüman Türkü dahi "Türk" yapmaya yetmiyordu ve de yetmedi.

Tá ki, esas olarak Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, çok önemli bölüm yurttaşımız kendisini gerçekten T-ü-r-k hissetsin ve de bu kimliği benliğinin en derininde duyumsasın!

***

PEKİ, ya duyumsamayanlar? At atamazsın, sat satamazsın, ya bunu hissetmeyenler?

Yani, "Türk" sıfatı aynı zamanda etnik aidiyet simgelediğinden ve kendileri o aidiyeti taşımadığından; dolayısıyla, diğerleri için genelleyici olan bu sıfat onlar için sınırlayıcı olduğundan, 86 yıl sonra dahi daha kucaklayıcı ve daha toparlayıcı bir üst kimlik isteyenler?

"Türk-Türkiyeli" ikileminin özü işte burada yatıyor ki, yarın değineceğim.
Yazarın Tüm Yazıları