BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Davos’tan dönüşünde ellerinde Filistin ve Türk bayrakları olan kalabalık bir grup tarafından karşılanmış.
Bu karşılama ile ilgili fotoğraflara baktım. Kalabalığın ellerindeki pankartlarda "Hoş Geldin Dünya Lideri" ve "Dünya Başbakan Görsün" sloganları yazılıydı.
Belli ki Başbakan, önümüzdeki seçim döneminde tepe tepe kullanacağı şahane bir koz elde etmiş bulunuyor: "Davos Fatihi!"
Başbakan’ın sık sık sözünü ettiği "krizi fırsata çevirmek" tam da bu olsa gerek.
Devlet adamı terbiyesi görmemiş olmanın yarattığı bir sorundan bir halk kahramanı çıkacak!
Zaten içinde bulunduğumuz coğrafyanın en büyük sorunu da budur.
Bu bölgenin halkları böyle afra tafralı devlet adamlarını sever. Bunca doğal kaynağa rağmen dünyanın en fakir insanlarının da bu bölgede yaşıyor olmasının nedeni de zaten budur.
O halklar kendilerine şu soruyu hiç sormazlar:
"Bu bey madem ezilen halkların dostuydu, o zaman dünya kapitalizminin kalesi Davos’ta ne işi vardı? Neden her sene eş dost, çoluk çocuk toparlanıp Davos’a gitmeyi marifet bildi?"
Üşüyen gazeteciler meselesi
DAVOS’tan yapılan canlı televizyon yayınlarını günlerdir izliyorum.
Arkada karlı tepeler, çam ormanları, muazzam bir manzara!
Ön planda ise titreyen dudaklar, soğuktan kızarmış burun ve kulaklar, ağızdan çıkan buhar ile konuşmaya çabalayan muhabirler, sunucular, uzmanlar!
Benim bildiğim Davos’ta bir sürü otel var.
Ve Davos katılımcıları, dünyanın parasını ödüyorlar bu otellerde düdük kadar bir oda tutabilmek için.
Ayrıca, katılımcılar da toplantıları izleyebilmek için çok ciddi bir para ödüyorlar. Tıpkı "fakir halkların dostu" Tayyip Bey ve arkadaşları gibi! (Laf aramızda Davos katılımcılarının otellere, yemeklere ve toplantıları izlemek için organizasyon şirketine ödedikleri toplam parayla küçük bir kentin bir yıllık gıda harcaması karşılanabilir!)
Kimsenin aklına bu otellerden birinde bir televizyon-basın merkezi kurmak gelmiyor mu diye merak ettim.
O yayınların Davos’tan yapıldığına ikna olmamız için mutlaka arkada dağ ve kar görüntüsünün olması ve muhabirlerin tirtir titremesi mi gerekiyor?
’Proaktif arkadaşlar’ bu işleri bilseydi
İSRAİL Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in, muhataplarını küçük bir çocuk gibi azarlar tavırda konuşması, hiç kuşku yok ki demokratik bir tartışma ortamına uygun bir durum değil.
Toplantının moderatörünün tutumu da aynı şekilde kabul edilemez bir davranış.
Ancak bütün bunlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumunu da hoş göstermiyor.
Bu tutum belki cahil halk kitlelerini etkileyebilir ama yapılanın demokratik terbiye ve diplomatik nezaket ile bağdaşmadığı da bir gerçek.
Biliyorsunuz Başbakan, bir süredir dış ilişkilerini Ahmet Davudoğlu başkanlığındaki bir "proaktif arkadaşlar heyeti" ile yürütüyor.
Bu "arkadaşlar" gerçekten proaktif olabilselerdi bakın bu Davos süreci nasıl işlerdi:
1- Başbakan’ın danışmanı, aylar öncesinden toplantının yönetmeninin kim olduğunu araştırır, söz konusu kişinin Türkiye aleyhtarı olduğunu öğrenir ve Davos yönetimine bildirirdi: Moderatör değişmezse biz yokuz!
2- İsrailli diplomatlar ile temas kurulur, son günlerdeki gerginliği düşürmeyi hedefleyecek ortak bir yol izlenmesi için iki liderin konuşmalarının belli sınırlar içinde kalması sağlanırdı.
3- Ve birisi mutlaka Başbakan’ı uyarırdı: Yabancılara, yeni tanıdığımız insanlara ve kendinizden büyük olan kişilere "sen" diye hitap etmemelisiniz.
Benim için özel bir gün
BUGÜN benim için farklı duyguları bir arada yaşadığım bir gün. Ajda Pekkan gibi ifade edecek olursam şöyle demeliyim: "Ekstrem tenakuzlar içindeyim!"
6 Aralık 1987 tarihi, ki o tarihte 30 yaşındaydım, meslek hayatımın önemli dönüm noktalarından biridir. Haftalık haber dergisi Tempo’nun birinci sayısını o tarihte yayımladım.
Kurthan Fişek, Yetkin İşçen ve rahmetli Nermi Erdur ile o gece sabaha kadar matbaada beklediğimi, matbaanın genel müdürü Ali Ahmet Gökçen’in odasındaki bir kanepede uyukladığımı dün gibi hatırlıyorum.
Zaman içinde haftalık haber dergileri önemlerini yitirdiler. Bir yandan gazetelerin giderek bir dergi zenginliğine kavuşmaları, diğer yandan internetin yarattığı ağır rekabet, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de haber dergileri için ciddi sıkıntılar yarattı.
Bugün Tempo’nun yayımlandığı ilk günün üzerinden 22 yıl geçti ve Tempo, yeni yöneticilerinin elinde iki kimlik altında yeniden doğuyor.
1- Yıllardır birlikte çalışmaktan büyük zevk aldığım arkadaşım Doğan Akın’ın yönetiminde bir internet gazetesi: Tempo24.com.tr adresinden ulaşabileceğiniz bu site, bugüne kadar internette yaratılmış en geniş kapsamlı gazete olarak Tempo markasını yaşatmaya devam edecek. "Tık" sayısını artırmak için ustaca planlanmış galeriler arasında kaybolup, o günün gerçek haberlerini bulamayanlar için tasarlanmış bir gazete olacak tempo24.com.tr.
2- Gelecekte Türk basınında adını sıkça duyacağınızı rahatça söyleyebileceğim genç bir gazeteci olan Çınar Oskay yönetiminde hazırlanmış aylık aktüalite dergisiTempo. Bu aylık dergi, bugüne kadar kendi alanında yayımlanan en iddialı dergi! Yazarlarının kimliklerini görünce bana hak vereceksiniz. Tempo, bu sayısında büyük boy 144 sayfalık çok özel bir albüm de armağan ediyor: Gökyüzünden Türkiye.
Her iki meslektaşıma ve çalışma arkadaşlarına başarılar diliyorum.
Nasıl bir heyecan yaşadıklarını ve bunun karşılığını okuyucularından mutlaka alacaklarını çok iyi biliyorum.