Masadan kalkmanın tarihi anlamı

ÖNCEKİ gün Davos’tan, kendimce çok beğendiğim ve önemsediğim bir yazı yazmıştım.

Boston Filarmoni Orkestrası’nın şefi Benjamin Zaden’in "Karmaşıklığı yönetmek" konulu panelini izlemiştim.

Orada anlattığı çok güzel bir hikáye vardı ve "konuşurken kontrolü kaybetmekle" ilgiliydi.

Ancak Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında geçen tartışma bomba gibi ortaya düşünce, Hürriyet’in şehir baskılarında bu yazıyı kaldırdım.

Çünkü yazının, Başbakan’ın o gün Davos’taki çıkışıyla ilişkilendirileceği endişesine kapıldım.

Tekrar ediyorum, yazı çok güzeldi ve bence çok önemliydi.

O nedenle internet sitemize de koyduracağım.

* * *

O yazının yerine yenisini yazmadım.

Böyle kritik zamanlarda anlık tepki vermekten kaçınıyorum.

Mümkün olduğunca anlık duygularımın etkisinden kurtulmak istiyorum.

Dolayısıyla bu yazıyı, olayın üstünden 18 saat geçtikten sonra yazıyorum.

Anlık duygularımın etkisi geçti.

Olaya daha rasyonel bakabiliyorum.

Gördüğüm tablo şu:

Oturumu yöneten moderatör gerçekten berbattı.

Böyle kritik bir oturumu çok daha incelikle yönetmek gerekiyordu.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i yıllardır tanıyorum.

O hep "mutedilliğin" insanı oldu.

Oysa önceki akşam aşırı derecede gergindi.

Konuşurken çok öfkeliydi.

Ağzından neredeyse tükürükler saçılıyordu.

Tanıdığım Peres gitmiş, yerine feci bir karakter gelmişti.

Bu da Erdoğan’ın çıkışına haklılık kazandırıyordu.

Buna karşılık Peres’in de haklı olduğu bir nokta vardı.

Oturumda konuşan 4 kişiden 3’ü İsrail aleyhineydi.

Dolayısıyla oturum dengesizdi.

Her biri 15’er dakika konuşunca Peres’e biraz daha fazla süre tanımak, tarafsızlık açısından kabul edilebilir bir şeydi.

* * *

Başbakan Erdoğan’a gelince, tepkisini bir noktaya kadar anlayabiliyorum.

Moderatörün el kol hareketlerini ben de tasvip etmedim.

Ama Erdoğan’ın bazı sözlerinde çok ileri gittiğini düşünüyorum.

Mesela, "Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz" sözü çok ağırdı.

Ama asıl merak ettiğim konu şuydu:

Başbakan oraya böyle teatral bir tepkiyi gösterme amacıyla mı gitti, yoksa masayı terk etmesi o anlık tepkisel bir davranış mıydı?

Bence her ikisi üzerinde de ciddiyetle durmak lazım.

Kafamdaki asıl büyük soru ise şu:

Başbakan’ın çıkışını bütün dünyada bu kadar tartışılır yapan şey neydi? Söyledikleri mi, yoksa masadan kalkıp oturumu terk etmesi miydi?

Galiba ikincisiydi.

Çünkü söylediği şeylerin hemen hepsi, eski söylediklerinin tekrarından ibaretti.

Eğer hepimiz sadece ve sadece bu jeste bakıp karar veriyorsak, bazı şeyleri tartışmamız lazım.

Bir ülkenin kaderinin daha rasyonel davranışlar tarafından belirlenmesi gerektiğine inanıyorum.

O tür davranışların, ben de dahil, kitlelerin gururunu okşaması, onları böylesine coşkulu şekilde harekete geçirmesi, bir an için siyasetçilerin hoşuna gidebilir.

Ama tarihe baktığınız zaman, öfkenin teatral biçimde dışarı vurulmasıyla başlayan kitlesel hareketler hiçbir topluma kalıcı mutluluklar getirmemiştir.

Yok böyle değil, samimi bir öfkenin ve haksızlığın ifadesiyse, şimdi hiç vakit geçirmeden, bu hareketi dengeleyici rasyonel bir diplomasinin devreye sokulması gerekir.

Yani Başbakan duygusal bir tepkiyle salonu terk etmekte gerçekten samimiyse, bu siyasetin mantık ayağını da bizzat hemen kendisinin kurması gerekir.

* * *

Türkiye, son 50 yılda iki defa "kurumsal diplomasiden" "şahsi diplomasiye" geçti.

Birincisi, ilk Körfez Savaşı’nda rahmetli Özal, şahsi diplomasiyle kendini angaje etmişti.

İkinci Körfez Savaşı sırasında ise Meclis devreye girmiş ve yapılan oylamada Amerikan askerinin Türkiye üzerinden geçmesi reddedilmişti.

Şimdi ikinci bir "şahsi diplomasi" örneği yaşıyoruz.

Hepimiz biliyoruz, Gazze olayı Erdoğan’ın şahsi siyasetidir.

Bu siyaseti tartışabiliriz, ama şunu da inkár edemeyiz.

Böyle bir siyaset, liderlik karizmasının da parçasıdır.

Ama tarihin bize gösterdiği bir başka gerçek daha var.

Kurumsal akıl, şahsi akıldan daha temkinlidir ve uzun vadede bir ülkenin daha fazla menfaatinedir.

* * *

Geldiğimiz noktada Erdoğan’a tarihi bir görev düşüyor.

Dün Gazze’den gelen görüntüler, Erdoğan’ın artık bu bölgede belirgin bir karizmaya sahip olduğunu gösteriyor.

Bu, Ortadoğu’da barış için çok kıymetli bir hizmete çevrilebilir.

İsrail’e bu çıkışı yapan Erdoğan’ın şimdi Hamas’a dönüp şu mesajı vermesi çok yararlı olabilir:

"Füze atmayı kesin. Terör eylemlerini durdurun. İsrail’in varlığını kabul edin. Barış için masaya oturun."

Evet, bugün bölgede bu sözü söylemeye en fazla hakkı olan lider Erdoğan’dır.

Çünkü o, uzun vadede Türkiye’ye ağır maliyetler çıkarabilecek bir tepki ortaya koydu.

Dolayısıyla Filistinlilerden de bu adımları bekleme hakkı vardır.

İşte o zaman masadan kalkmanın "tarihi bir anlamı" olacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları