ŞU inancım bir kere daha doğru çıktı."Kadınlar, erkeklerden daha cesurdur..."
Eski İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı, şimdi Öcalan’ın avukatı Eren Keskin’i kutluyorum.
Hepimiz köşeye pısmış, oturup, gözümüzün önündeki bir ırkçılığa sessizliğimizle suç ortaklığı yaparken, o çıktı apaçık suç duyurusu yaptı.
Bursa Orhangazi’de birtakım insanlar çıkıp ellerinde "Buraya köpekler girer, Yahudiler ve Ermeniler giremez" yazan pankart taşıyor ve bu ülkenin vicdanı tek kelime edemiyor.
Çünkü herkes korkuyor.
Ben de korkuyorum.
Sesimi çıkarıp, "Gazze’de katledilen insanları savunacağım diye, başka insanların onurunu, hayatını katletmeyin" demeye kalksam, Başbakan ne der bilemiyorum.
"Yahudi medyası" diye etiketlediği gazetelere Hürriyet’i de ekler mi?
Evet itiraf ediyorum, korkuyorum.
* * *
Gazze’de Filistin halkıyla ta içimden gelen bir dayanışma duygusu içindeyim.
Ama okullarda Filistin için saygı duruşu yapılmasını fevkalade tehlikeli ve yanlış buluyorum.
Hem de bir değil, üç beş nedenden dolayı yanlış buluyorum.
Filistin işi siyaset.
Okula siyaset sokulmasını istemiyorum.
Çocuklara kin değil, sevginin öğretilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bir de şunu düşünüyorum.
Yarın bir gün bir başka ülkenin, ülkelerin okullarında çocuklara 24 Nisan günü saygı duruşu yaptırmaya kalkanlar çıkarsa ne diyeceğiz?
Siz itiraz etseniz, önceki günkü fotoğrafları suratınıza çarpmazlar mı?
"Canım siz Yahudilere karşı yapmadık diyorsunuz. Biz de Türklere karşı yapmıyoruz. Maksat insanlık" derse, verilecek hangi cevabınız var?
"Ecdadımdan bana ne" deyip sıyrılabilecek cesaretiniz var mı?
O kadar kolaysa bugün niye sıyrılmıyorsunuz...
Bunu da apaçık yazmak, manşetlerde göstermek istiyorum.
Yine itiraf ediyorum.
Korkuyorum.
Çünkü, kendisinin etiketlendirilmesinden şikáyetçi zevatın, bize anında "Siyonist", "Yahudi" gazetesi etiketini yapıştıracağından eminim.
Orada kalmayıp, okullarda saygı duruşu ile harekete geçirilmiş kalabalıklardan korkuyorum.
* * *
Ergenekon davasında da korkuyorum...
Hançeremi parçalarcasına, "Çeteler temizlensin" diye bağırıyorum.
Ama bu davanın ne kadar hoyratça, ne kadar insan hakları, hukuk çiğnenerek sürdürüldüğünü görünce hissiyatımı yazmak istiyorum.
"Kardeşim siz ne yapıyorsunuz, bunları yapmaya, insanları terörize etmeye, kızdıklarınızı susturmak için silah olarak kullanmaya ne hakkınız var" demek istiyorum.
Bunu bile, içimden gelen öfkeyle yazamıyorum. Çünkü korkuyorum.
Çünkü, kendine hálá "demokrat", hálá "liberal" demeye utanmayan faşist bir linç mangası karşımda hazır bekliyor.
Serbestçe yazamadığım, öfkemi istediğim gibi dile getiremediğim halde, gammazlamaya başlamış; savcıyı bile kenara itip, parmaklarını bizlere uzatmış bağırıyor:
"Ne duruyorsunuz, onları da içeri alın."
Bir avuç güya liberal gazeteci, güya aydın, iktidarı ele geçirmiş, entelektüel bir faşist rejimi payidar kılmış.
Hava neredeyse 12 Eylül’ün sivil versiyonu...
En küçük itirazınızı yazsanız anında sırtınıza "Darbeci" ve "Ergenekoncu" etiketini yapıştıracak.
Ve biz demokratik bir hukuk toplumuna doğru gidiyoruz.
Öyle mi...
O ihbar da bu değil mi
BAZI şeyleri anlamakta zorluk çekiyorum.
Ne idüğü belirsiz bir adamın, Türkiye’nin önde gelen birçok işadamı, gazetecisi ile ilgili ipe sapa gelmez, imzasız bir ihbar mektubunu ciddiye alıp, Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı’na ileten MİT, aynı "heveskárlığı" memleketin daha ciddi meselelerinde göstermiyor mu?
Şüpheye düştüm.
İbrahim Şahin, "Aktütün ile ilgili aldığım bilgiyi bir arkadaşım aracılığıyla MİT’e bildirdim" diyor.
MİT’in bu iddiaya karşı yaptığı açıklamaya basından gelen tepkilere bakıyorum.
Herkeste derin bir şüphe...
"Kurumsal ilişki" yokmuş, ama "sosyal ilişki" ile Güneydoğu’ya ilişkin bazı bilgiler aktarılmış.
Zaten Şahin de böyle diyor.
Ben de vatandaş olarak soruyorum.
MİT "sosyal ilişki" yoluyla gelen Güneydoğu’ya ilişkin bu bilgilerle ne yapmış?
Aktütün konusunda herkes ordunun üzerine bir şeyler yıkmaya çalışıyor.
Peki ama devletin öteki kurumları bu konuda ne yapmış?
O bilgiyi iletmelerini de "Ergenekon çetesi" mi engelledi?
MİT, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş.
Abuk sabuk ihbar mektuplarına atfedilen "ehemmiyetin" onda birinin, buraya verilmesini istemek çok fazla mı olur?