ÖNÜMDE Maria Callas’ın fotoğrafı duruyor.Bu fotoğraf her defasında bana aynı soruyu soruyor:
"Olağanüstü kadınların bahtı kara mıdır?"
Yanına başka fotoğrafları ekliyorum.
Marilyn Monroe, Dalida, Rita Hayworth.
Daha başkaları.
Cahide Sonku.
Yakın çevremden ismini veremeyeceğim başka kadınlar.
Hepsi olağanüstü.
Güzel, yetenekli, çekici.
Çoğunun alın yazıları, sanki aynı elden çıkmış gibi kapkara yazılmış.
* * *
"Fatal" sıfatı kadınlar için yazılmıştır.
Ama bu kadınların karşısına "Fatal" bir erkek çıkar.
Biz, o olağanüstü kadınların uzaktan áşıkları, platonik aşklarla sevdiğimiz o kadınların, böyle adamların yanında ne işi olduğunu bir türlü anlamayız.
O güzelim kadınlar, o "heriflerden" bir türlü ayrılamazlar.
Hatta o adamlar, efsane kadınlarımızın sonu olurlar.
Onların çaresizliğine bakarız ve en öldürücü hayat bilgisi dersimizi alırız.
"Bir kadınla bir erkek arasındaki ilişkiyi, dışarıdan kimse anlayamaz."
Biz, mürit áşıklar tek teselliyi yine o aptal soruda buluruz:
"Böyle bir kadın bu herifte ne bulur?"
Hep sorarız ve cevabını hiçbir zaman alamayız.
* * *
Acaba kadınlar için bu sorunun cevabı sandığımızdan çok daha mı basittir?
Maria Callas’ın hayatını yazan Madeleine Chapsal,"20’nci yüzyılda birçok kadını zirveye çıkaran ve yıkan şeyleri Maria Callas’ın hayatında buldum" diyor.
Bu olağanüstü kadınları, iç dünyalarında bir erkek zirveye çıkarır.
O, bazen bir orkestra şefidir.
Bazen bir yapımcı.
Bazen bir koca.
Bazen de bir sevgili...
O kadınları yine aynı erkekler dibe vurdurur.
Maria Callas’ın kaderi de böyle olmuştur.
Müziğin Olimpos’una çıkan bu şahane kadın, hayatının sonunda, operalarında oynadığı rollerdeki kadınlardan birine dönmüştür.
Yani hiçbir şeye değmeyecek bir erkek tarafından terk edildiği için kahrolup küsmüştür.
Maria Callas’a yakışan alın yazısı bu olmamalıydı.
İşte o zaman, gizli bir áşığın öldürücü kıskançlığıyla aynı soruyu üçüncü defa sorarsınız:
"Bu pis zamparada, sanatından daha büyük ne buldun? Söyle ne buldun?"
* * *
Cevabı, onun hayatını yazan öteki kadın veriyor.
"Çünkü o adam ona, şimdiye kadar bulamadığı bir şeyi vermişti. Normal bir kadın gibi sevilmeyi. Yani birilerinin ona, ’Senin büyük kalçalarına ölüyorum’ demesini."
"Büyük aşk" efsanesi işte budur.
Her insan, hayatı boyunca bir erkeği veya bir kadını arar.
Her insanın içinde bekleyen bir öteki vardır.
Bekleyen bir avcı.
Hayatın amacını fethetmeye azmetmiş bir ihtiras...
Asıl alın yazısı, işte o ihtiraslı fatihtir.
O fatih, bazen fethedilecek bir Atlantis’i bulur.
Yıllardır yanında boş kalmış koltuk birden dolar.
Bazense hayat, hezimetlerden ibaret bir yonca falına dönüşür.
O yoncanın her son yaprağı, "Bu da olmadı" düş kırıklığı ile koparılır.
Öyle insanlara bahtsız derler.
İşte o yüzden hayatın başında da sonunda da, aynı şey vardır.
Fatal bir kadın ve fatal bir erkek...
O kadını veya erkeği bulamamak bahtsızlıktır.
Bulmak şanstır.
Kaybetmek ise felaket...
Olağanüstü kadınların alınyazısı böyle yazılır.
Hiç şüpheniz olmasın, sıradan, isimsiz kadınlarınki de...
(*) Madeleine Chapsal: "Callas l’extr?me", Edition Michel Lafon; 2002, Paris