Güncelleme Tarihi:
Ayhan Çıkın'a, 50 yıl önce girdiği üniversiteden burs almak için yapılan sağlık işlemleri sırasında, ilk kez "Kalp büyümesi" olasılığından bahsedildi. Bir türlü çözüm bulunamadı ve sıkıntılı dönem başladı. Kalbiyle ilgili rahatsızlığı yakasını hayatı boyunca bırakmadı ta ki çok başarılı geçen kalp nakli ameliyatına kadar. Hayata sıkı sıkı tutunmuş, hep pozitif bakmış, çalışmayı hiç bırakmamış, mesleğiyle ilgili 18 kitabı ve 2 tane de şiir kitabı bulunan Prof. Dr. Ayhan Çıkın hikayesini hurriyet.com.tr'ye anlattı.
- Kalbinizle ilgili ilk somut teşhis ne zaman kondu?
Gitmediğim doktor kalmadı. En sonunda 1992 yılında yurtdışından yeni dönmüş bir doktora göründüm ve ona "Bunca yıldır hastanelere, doktorlara gidiyorum, bir türlü bir tanı konulamadı. Artık Moliere’e hak vermeğe başladım. Sizden de sonuç alamazsam bir daha hiç doktora gitmeyeceğim" dedim.
- O kadar kararlısınız...
Çünkü gerçekten gitmediğim doktor kalmamıştı. O doktor bana tanıyı koydu. Konjestif kalp yetmezliği. Tanının kesinlik kazanması için anjiyo yapılacaktı. Kaçtım. Rahatsızlanınca yeniden gittim. Bu kez doktor bırakmadı beni. Anjiyo yapıldı ve ilaç tedavisine başladım. İlaçlarla 8 yıl daha kalbime katlandım.
- 1960'tan 2000'e tam 40 yıl kalbinizle uğraştınız. Kolay bir iş değil. Nasıl idare ettiniz?
Kendimi işime adadım. Felsefe ve edebiyatla ilgilenmeye başladım. Bu şekilde hastalığın psikolojik baskısından kurtulmaya çalıştım. Hatta bazen rahatsızlığımı unuttuğum zamanlar da oldu. Ancak kalbim beni unutmamış. Her türlü beşeri, biyolojik, iklimsel vs değişim beni çok etkiliyordu. Aşırı yorgunluklar oluyordu. Geceleri öksürük nöbetlerine tutuluyordum.
- Daha sonra ne oldu?
Tabii bu 8 yıl boyunca doktorumla sürekli görüşüyorum. Bana ilk kez kalbimin değiştirilmesi olayından bahsettiğinde şaka yapıyor sandım. Bunu bana ameliyatımdan iki yıl önce söylemişti. Böyle bir olasılığı düşünmedim bile. Ancak sıkıntılarım giderek artıyordu, hastaneye daha fazla gidip gelmeye başlamıştım. Hatta iki kızımın da düğününde hastanede yatıyordum. Özel izin alarak gittim düğünde bulundum. Durumum giderek kötüleşiyordu, aldığım oksijen yeterli gelmiyordu. Artık yolun sonu geldi diye düşünüyordum. Başka doktorlar geliyor, durumumu inceliyordu. Sonunda karar verdiler, bana kalp nakli yapılacaktı. 2000 yılında, Mayıs ayı başlarında “acil” duyurusuyla kalp aranmaya başladı.
- Ne kadar sürdü uygun kalbin bulunması?
Çok yorucu, bunaltıcı bir dört ay. Artık başka bir doktor da (Prof. Dr. Mustafa Özbaran) düzenli ve sık sık muayene ediyordu beni. Eylül ayında kalp bulundu. Genç bir arkadaş 23 yaşında. Talihsizlik, hayatını kaybedince ailesi de organlarını bağışlamış. Onun kalbi nakledildi bana.
UYANDIĞIMDA KENDİMİ ÖBÜR DÜNYADA SANDIM
- Korktunuz mu?
Korkmadım desem yalan olur. En az beş kez öbür dünyaya gittim geldim. İnsan o süreçte ister istemez yaşamıyla, inançlarıyla, mesleğiyle arkadaşlarıyla ideolojisiyle hesaplaşıyor. Ben ameliyat sürecini hiç hatırlamıyorum mesela. 1999 yılında emekli dilekçemi verirken "Artık bu iş yani yaşamak, bitti" demiştim. Aynı şekilde hastalığımın son günlerinde de "kendimle hesaplaşmam"da da aynı yargıya vardım. Ameliyat sonrası uyandığımda kendimi öbür dünyada sandım. Karşımda eşimi görünce onun niye benimle geldiğini düşünerek şaşırmıştım. Sonra bir kapı açıldı, kızım girdi. “Kızımın burada ne işi var” diye telaşa kapıldım. Biraz sonra bir arkadaşım geldi. Onun ne işi vardı öbür dünyada. Derken arkadaşımla konuşmaya başladım. Müthiş bir oksijen ciğerlerime doluyordu. Beynime kan gidiyordu ki beynimden müthiş bilgiler dökülüyordu dudaklarıma. Birden korkunç şaşırdım: Yaşıyordum.
- Çok güzel anlar bu anlattıklarınız...
Tarif edilmez duygular ancak yaşanabilir. Ameliyatımdan önce doktorlar 2 günlük bir ömrümün kaldığını, bulunan kalbi takmanın bir anlam taşımayacağını kendi aralarında tartışmışlar. Sanırım biraz da benim hatırım için deneme anlamında nakil ameliyatını yapmışlar.
BU KALP YAZIK OLACAK BAŞKA HASTAYA TAKALIM
- Doktorlar ümidi kestikleri halde ameliyat yaptılar...
Ameliyatımda bulunan genç bir doktor beş yıl sonra bana şöyle dedi: Hocam, o gün siz öyle bitkindiniz ki. Bu kalbin yazık olacağını, sırada bekleyen bir başka hastaya takılmasını önermiştim. İyi ki Özbaran Hoca beni dinlememiş. Şu an sizi böyle ayakta görünce o günkü düşüncemden utanıyorum.
- Ameliyattan sonra hayatınız nasıl devam etti? Sürekli kontrole gitmeniz gerekti mi?
Benim bakışıma göre kalp transplantasyonunda dört önemli olgu yaşanıyor: Hasta/hastalık, uygun teknik donanımlı hastane ortamı ve konunun uzmanı hekim, organ vericisi, nakil öncesi ve sonrası bakım. Nakil sonrası bakım çok önemli. İlk 6 ayda, ayda bir kez anjiyo ve biyopsi yapıldı. Daha sonraki yıl bu işlemler üç ayda bir olmak üzere tekrar edildi. İkinci ve üçüncü yılda aynı işlemler 6 ayda bir, sonraki 2 yılda, yılda bir olmak üzere anjiyo ve biyopsi işlemleri yapıldı. Şimdi iki senede bir gerçekleştiriliyor. Her üç ayda bir kan tahlillerim yapılıyor. Özellikle organ uyuşmazlığı açısından siklosporin kontrolları gerekli. Yine her üç ayda bir EKO kontrolları yaptırmaya çalışıyorum.
BİR YIL MASKE İLE DOLAŞTIM
- Sağlığınızı korumak için yeme içmede ve diğer konularda nelere dikkat ettiniz ve ediyorsunuz?
Yeme içmede benzer özen gerekli. Bir yıl çiğ meyve ve sebze yemedim. Aynı şekilde bir yıl sterilize edilmiş su içmek durumunda kaldım. Zorunlu olmadıkça dışarıda yemek yemiyorum. Bir yıl süre ile maske ile dolaştım. İki yıla yakın yürümekte büyük zorluk çektim. Baston kullandım. Evimize bir yıl misafir kabul etmedik. Hala yatılı misafir kabul etmiyoruz. Kendimiz de yatılı misafirliğe gitmiyoruz.
SANKİ O KALBİ ÇALMIŞ GİBİ EZİKLİK HİSSEDİYORUM
- Size kimin kalbi nakledildi? Bağışı yapan aileyle tanıştınız mı?
- Size nakledilen kalp hayatınızın sonuna kadar problem çıkarmadan çalışacak mı?
Umuyorum. Ekim 2006’da “Kalp nakli olanlar kaç yıl yaşar” gibi bir soru takıldı kafama. Araştırdım. Ortalama 2-5 yıl arasında bir sayı buldum. Ben 7. yıla girmiştim. Bu yıl 10. yılı bitirdim.
- Organ bağışı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ben bugün burada bunları anlatabiliyorsam, bunu uzun yıllar süren hastalığımın önemini bana algılatan, beni 1990'lı yılların başından 2000’li yıllara, eşsiz tıp bilgisiyle taşıyan sayın Prof. Dr. Mustafa Akın’a ve ekip doktorlarına borçluyum. Bu dünyadan ayrılıp gitme sürecine girdiğimde, şansız bir olay ile yaşamını yitiren rahmetli Cem Canbay kardeşimin kalbini bağışlama erdemliliğini gösteren annesi Güngör Canbay’a ve babasına borçluyum. Nihayet “sonsuzluğa yolculuğuma” iki gün kala, o muhteşem bilgileri ve becerileri ile beni hayata döndüren Prof. Dr. Mustafa Özbaran’a ve ekibine, hastalığım süresince bıkmadan yardımıma koşan klinik hemşirelerine, fedakarlığını anlatmaya kelime bulamadığım sevgili eşime ve çocuklarıma, hastalığım süresince moral ve destek veren sevgili dostlarıma borçluyum.
Bu dünyayı zorunlu olarak bırakıp giderken, başkalarına yaşam bağışlamak kadar olağanüstü ne olabilir acaba? O nedenle herkes organ bağışı üzerinde ciddiyetle düşünmeli. Ancak Allah kimseyi bir başkasının organını bekleme durumunda bırakmasın. Çünkü biri ölecek (Özellikle kalp nakilleri böyle bir durum yaratıyor), diğeri yaşayacak. İnanın bunu taşımak ne kadar zor bilemezsiniz. Bu duyguyu yenebilmek için, doktorlarımın da önerisiyle, yeniden çalışmaya başladım. Muğla Üniversitesi bana görev verdi. İki yıla yakın Güzel Sanatlar Fakültesi'nin, üç yıldır Milas Sıtkı Koçman Meslek Yüksekokulunu’un yöneticiliğini yaptım. Kendimi yeniden “işe yarar” olduğumu hissetmemi sağlayan dönemin Muğla Üniversitesi yöneticilerinie, özellikle önceki rektör Sayın Prof. Dr. Şener OKTİK’e teşekkür ederim. Tüm organlarımı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağışlanmasını eşime ve çocuklarıma vasiyet ettim. Bunu pek çok yazılarımda, TV ve radyo programlarımda dile getirdim. Herkesi organ bağışına katılmayı çağırıyorum.
DÜNYADA NAKİL KALPLE EN FAZLA 28 YIL YAŞANDI
60 BİN KİŞİ BÖBREK NAKLİ BEKLİYOR
Organ nakli konusunda Türkiye'de hala sıkıntılar yaşanıyor. 60 bin kişi böbrek nakli bekliyor. Bu rakamın 2016 yılında 100 bine çıkması bekleniyor. Ancak organ bağışı yaygınlaşmıyor, bağışçı artmıyor. Peki bağışçı sayısı neden artmıyor?
Aslında birçok nedeni var ama en önemli nedenlerinden biri beyin ölümü ile bitkisel hayata girmenin karıştırılması. Beyin ölümü gerçekleşen bir kişi, belki hayata döner umuduyla makinelere bağlanıyor. Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz mart ayında Zeytinburnu'nda tramvay kazasında ağır yaralanan lise öğrencisi Buket Bulut'un hikayesini. Bulut'un hastanede beyin ölümü gerçekleşmişti. Devreye giren Beyin Cerrahı Prof. Dr. Haluk Deda, "Yapılan testler de beyin ölümü olduğunu gösteriyor. Ama biz desteğe devam etmek zorundayız. Ailemizin isteği de zaten böyle. Bunun için elimizden gelen çabayı göstereceğiz" demiş ve Buket bir süre daha makinelerde tutulmuştu. Deda'nın bu açıklaması, doktorlar arasında tartışmaya yol açmıştı.
BEYİN ÖLÜMÜ, ÖLÜMDÜR
Bu haberler yüzünden organ bağışlarının sekteye uğradığını belirten Acıbadem Sağlık Grubu International Hospital Organ Nakli Merkezi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Alihan Gürkan, "Tramvay altında genç bir kız kaldı. Başbakan ilgilendi, beyin cerrahı gitti, 'beyin ölümü hastanın var ama yine de yaşam desteğimiz devam ediyor' açıklamasını yaptı. Beyin ölümü, ölümdür. Geriye dönüşü yoktur. Bunda yanılma payı yoktur. Bu hastamız tıbben ölüdür." diyor.
Türkiye'de organ bekleyen hasta sayısının çok olduğunu bir kez daha vurgulayan Gürkan, "Sevdiklerinizi gömmeyin, organlarını bağışlayarak onları onurlandırın." diyor.